Bu Blogda Ara

27 Kasım 2015 Cuma

STRESLİ ANNELER, STRESLİ BEBEKLER DOĞURABİLİR




Kadın, hamile kaldığı andan itibaren Anne’ dir.  Bebek annenin karnında olmasına rağmen onun çevresinin bir parçasıdır. Somut bir örnekle; annenin stres anında yaydığı hormon (kortizol) özellikle son 6 ay içinde fetüsün içine girerek bebeği etkiler. Ve bu etkileşim sonucunda bebeğin  hipokampusü
(beyinde özellikle öğrenme, hafıza, duyguları ile ilgili bölüm)  zarar görebilir.



Stresli anneler, stresli bebekler doğurabilir. 


14 Kasım 2015 Cumartesi

HAYATIM BOYUNCA ARADIĞIM HERŞEY SENSİN


' Hayatım boyunca aradığım herşey sensin!...'

Ne kadar etkileyici bir itiraf ve sarsıcı bir aşk cümlesi.

THE NORMAL HEART 2014 yapımı Türkçe' ye KALBİN DİRENİŞİ diye çevrilen filmden bir alıntı. 1982' de New York' ta AİDS' in eşcinseller arasında görülmesi temasının fona konulduğu, aslında AŞK' ın her yerde ve her şekilde AŞK olduğunu, bir eşcinselin doğuştan gelen bu özelliği nedeni ile herhangi bir heteroseksüel (karşıt cinsler arasındaki cinsel tutku yaşayan)  insandan farklı olmadığını, sevgilisine sahip çıkan, vefalı ve onurlu bir aşık olduğunu anlatan oldukça başarılı bir film.



İnsan, cinsel kimliğinden bağımsız olarak insandır. Aşk, cinsel kimlikten bağımsız olarak aşktır.


30 Ekim 2015 Cuma

ASIL GÖRÜLMESİ GEREKENİ, YÜREK GÖRÜR


Dünya dönüyor, Ay dönüyor ve insanlar dönüyor. 

Bu hafta  aslında düzlemsel olduğunu bildiğimiz zaman çizgisi içinde geçmiş zamandan diyeceğim, ama aslında an' da olan, emek verdiğim, benim için emek harcayan, başımı yasladığımda huzur bulduğum iki farklı  omuz ile karşılaştım.  

Bu karşılaşmalar bana, dönen muhteşem düzen içinde aslolanın sevgi olduğunu ve  sevginin varlığını bir şekilde koruduğunu, gerçek sevgilerin gözle görülen değil, gönülle görülen olduğunu bir kez daha hatırlattı. 

Küçük Prens' in dediği gibi; 

'' İnsanlar, bir bahçede 5.000 gül yetiştiriyorlar, yine de asıl aradıklarını bulamıyorlar. '' 
'' Aradıklarını tek bir gülde bulabilirler.''
'' Ama gözler kör, yüreğiyle bakmalı insan...Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez.''
"Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez," diye yineledi küçük prens; unutmamalıydı bunu. "Gülünü senin için önemli kılan, onun için harcamış olduğun zamandır." "Onun için harcamış olduğum zaman..." diye yineledi küçük prens. Unutmamalıydı bunu. "İnsanlar unuttular bunu," dedi tilki. "Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğimiz şeyden sorumlu oluruz. Sen gülünden sorumlusun..


Kimi zaman sorumluluğumuz yerine getirip gülümüzü yakından koklayarak ya da sorumluluğumuzu yerine getirmeyip uzakta varolduğunu bilmekle yetindiysek de, yüreğimiz ile gördüğümüz; tek gerçektir. 






25 Eylül 2015 Cuma

KURBANLIK NEFSİN LEZZETİ


Çok şükür bireysel ve dolayısı ile toplumsal olarak evrimleşmemizin hızlandığı, farkındalığımızın arttığı bir dönemdeyiz.
Dolayısı ile Kurban Bayramı nedeni ile pek çok kişi, asıl kurban edilmesi gerekenin nefs olduğunu düşünüyor. Nefsin feda edilmesi ne kadar nefis olur. Çünkü ancak gönülden sevdiğin bir şeyi feda ettiğinde, kurbanın anlamı olur. Bu Dünya' da, bu algı seviyesinde, insanın madde boyutunda en sevdiği varlık kendisidir. Aksini iddia edebilir, kahramanlıklar, fedakarlıklar yapabilir ama hepsinin altyapısında mutlaka kendine duyduğu sevgi ya da sevgi ihtiyacı yer alır. O yüzden bayramların bir anlamı da barıştır, barışmaktır.  İnsanı küslüğe iten, orada sabitleyen duygu,  kendisine olan aşırı düşkünlüğüdür. Belki de bu bayram yaşayacağımız bir barışma, nefsimizin kurban edilmesi için nefis bir araç olur.


(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “And olsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti. (Maide – 27)

Dün akşam Aamir Khan' ın Fanaa' sını izledim.  Nefsin kurban edilişinin romantik bir anlatımıydı. Tavsiye ederim.






15 Eylül 2015 Salı

YÜREĞİNİN SESİNİ DİNLE...


Dünya' nın sancı çektiği bugünlerde, sen hangi mucizenin gerçekleşmesini istersin? İnsanoğlu doğası gereği en güzel çözümleri, en sıkıntılı anlarında bulur, hayata geçirir. Tıpkı doğum sancısı gibi.
Bugün bir mucizenin gerçekleşmesini sağlayabilsem, benim mucizem;  korkunun, korkunun yarattığı duyguların bangır bangır sesi yerine gönüllerde sükut ile  konuşulanların işitilmesi olur. 






14 Eylül 2015 Pazartesi

YEDİNCİ OĞUL

Ruh' un en sağlıklı hali denge hali. Sevgi, tutku, nefret, kızgınlık vb. pek çok duygu, anlık ya da bir süreliğine içimizden gelir ve geçer. Çünkü biz insanız. Duygudanız. Ancak duyguyu hissedip onu kontrol edebildiğimizde, yani dengede olduğumuzda sağlığımızı ve tabii ki hayatımızı koruruz. Aynı zamanda kamil insan mertebesine giden yolun yolcusu oluruz.
Yoksa olumlu ya da olumsuz tüm duygular bizi ele geçirdiğinde efendimiz olur, dengemizi bozarlar. Arabesk kültürlerde, sevgililerin birbirini cezalandırması, kıskandırması, kadın cinayetlerinin artması, toplumsal olarak yaşadığımız tahammülsüzlükler vs. hep bozulmuş dengeler sonucu, insanın kendini kontrol edememesidir.

Az önce seyrettiğim ' Yedinci Oğul ' filmi bu dengesizliğe güzel bir örnekti. Bir cadıya aşık olan adam, insan olduğu için başka bir kadınla evlenmeyi tercih eder. Bunu duyan cadı, kadını öldürür. Böylece iki eski aşık arasında  ömür boyu sürecek  kavga ve cadı avı başlamış olur. Finalde cadının intikam isteğinin temelinde adama olan tutkusunun olduğunu anlarız. Yani tutkulu aşk, başından beri cadının benliğini ele geçirmiş, kalbi kırık bir kadından bir canavar yaratmıştır.

HER ÇOCUK ÖZELDİR



Çoğu anne baba için çocuk sahibi olmak, hayatı sil baştan yaşamanın bir yolu gibidir. 
Bilinçsizce geçen çocukluk günlerini, çocukları üzerinden, şimdiki bilinçleri ile yaşamak isterler. Ulaşamadıkları hedefleri, çocukları tarafından gerçekleştiğinde yaşamlarının eksik yanı tamamlanmış olacak, bugüne kadar yaptıkları tüm hatalı seçimler silinecek, yeniden doğacaklardır. Kendi anne babalarına yaşatamadıkları gururu, çocuklarının başarısı ile yaşayacaklar ve duygusal ihtiyaçlarının bir kısmı böylece tatmin edilecektir.

Oysa çocuklar bizim yazı tahtamız değildir. Onlarda birer bireydir. Bizim gibi seçim yapma, deneme yanılma, öğrenme hakları vardır. Gelişim sürecinde en büyük ihtiyaçları aileleri tarafından kabul görme ve değerli hissettirilmedir. Her ne olursa olsun, koşulsuz sevildiklerini bilmeye ihtiyaçları vardır. 

Bu konuyu işleyen ' Her Çocuk Özeldir ' Taare Zameen Par – Stars On Earth 
izlemenizi tavsiye ederim. Aamir Khan' ın her zamanki  toplumsal duyarlılığı ile hazırlanmış, 8 yaşında disleksi ( çok sık rastlanan, zengin bir hayal gücünün yanında yaşanan bir öğrenme zorluğu) olan bir çocuğun reddediliş performansı ile kabul ediliş performansı arasındaki farkın anlatılıyor. 

Slogan ise; konuyu çok güzel özetliyor. 

' Her çocuk özeldir. Siz görürseniz onlar aramızda parlayan birer yıldızdır. '

6 Eylül 2015 Pazar

EVLİLİK YEMİNİ

Evlenirken birbirinizin gözüne bakarak edeceğiniz bu yemin aşkınızın ve sadakatinizin, evliliğinize olan saygınızın sembolü olabilir.

Bu benim karım
Bu benim kocam
Seni kabul ediyorum
Senden Başka kimse olmayacak
Sevmek seni tanımak
Güvenmek ise henüz bilmediğim
Saygı ile namusun ve inancın için
Bana olan daimi sevginde
Hayat topyekûn getirsin bize
Aşkım vaad ederim sana
Seni kim mutlu eder ben ederim
Hayatindaki en önemli şey kim ?
Sensin
Nerede olmayı tercih edersin ?
Hiç bir yerde
Beni ne zaman terk edeceksin ?
Asla

Kaynak : 
EXODUS: GODS AND KİNGS- Göç: Tanrılar ve Krallar (2014) FİLMİ




5 Eylül 2015 Cumartesi

Karnavalım: MİNYONLAR VİZYONDA

Karnavalım: MİNYONLAR VİZYONDA

MİNYONLAR VİZYONDA

Türkçe' de ' minyon '  olarak tabir edilen kişinin ince, narin, yaşından genç görünümlü yapısı Hollywood' un ' Minions ' ları ile karşımıza hücreye benzeyen, minik, sevimli, sarı, bazıları tek, bazıları iki gözlü yaratıkları olarak çıkıyor. Filmin yapımcılığını İlluminati üstleniyor ve tek göz simgesini burada Minyonlar üzerinde bolca kullanıyor.


Filmin pazarlama başarısı olarak oğlum 10 aydır bugünü bekliyordu. Koşarak sabah ilk seans, filmi izlemeye gittik.

Ana mesaj ' şahsi kimlikleri oluşmamış bireyler, kendilerini önemli ve mutlu hissedebilmek için hizmet edecekleri bir efendi ararlar. '

Umarım İlluminate' nin bu mesajı, çocuklarda adanma psikolojisi yerine farkındalık yaratır.

Her birimiz  birbirimizden farklıyız. Bu farklılıklarımız ile çok güzel ve özeliz.


26 Ağustos 2015 Çarşamba

ŞEFKATLİ AŞK



AŞK nedir ? Onurdur AŞK. Gururdur. Mağrurdur.

Örnek olarak Marina ile Ulay ' ın hikayesi. 
Özetle; iki performans sanatçısı olan Marina ile Ulay 1975 tarihinde aşık olurlar ve birlikte çalışmaya başlarlar. 14 yıl süren bu tutkulu aşkın sonunda profesyonel hedefleri olan barış için Çin Seddi' nin iki yakasından yürüyüp ortada buluşma projeleri, Ulay' ın başka bir kadınla birlikte olduğu ve kadının hamile olduğu haberi ile farklı bir amaca daha bürünmüş olur. Bu yürüyüş yapılacak ve Seddi' n ortasındaki buluşma son buluşma olacaktır. Dedikleri gibi de olur.

Şimdi hikayenin asıl kalbe dokunan ikinci yarısına gelelim. Bu buluşmadan 21 sene sonra Marina 736 süren bir performans canlandırır. Performans sırasında Marina yerinde oturarak karşısına gelip oturan kişiler ile sadece bakarak iletişim kurar. Bu sırada karşısına kim gelip oturur biliyor musunuz ? Ulay gelir. İkilinin karşılaşma videolarını paylaşıyorum çünkü bunu sözle anlatamam.

Sadece videoyu izlediğimde hissettiklerimi anlatabilirim. AŞK budur işte. Onurunla, gururunla çekildiğin, cezalandırmadığın, ya benimsin ya kara toprağın arabeskine düşmediğin, kendine ve sevdiğine saygını koruduğun, KENDİ MERKEZİNDE KALIP DENGENİ KORUDUĞUN,  ŞEFKATLİ AŞK budur.

Marina burada Şefkatli Aşk' ın idolüdür.







Kaynakça :  http://listelist.com/marina-ulay/ 

25 Ağustos 2015 Salı

YER YERİNDEN OYNUYOR




Gün geçmiyor ki kendi hayatımda, yakın çevremde, ülke genelinde, küresel bazda yeni bir yalan aşikar olmasın. Astrologların uzun süredir vurguladıkları gibi gökyüzü hareketlerinin etkisi ile deyim yerinde ise, yer yerinden oynuyor. Eski düzen, eski hali ile devam edemiyor. Artık ' kimse görüp bilmediği sürece sorun yok', ' yasak ama canım istiyor' , 'ben aklına düşeni anında yapan (dürtüsel) biriyim' gibi çeşit çeşit özbenliği kandırma cümleleri sana    ' hareketinin bedelini ödemeye hazır ol' diyor. Allah, hiçbir şeyi neden sonuç ilişkisine bağlamadan zuhur ettirmez. Dolayısı ile şu an gökyüzü nedensellik görevini yerine getiriyor. Bu sürecin 17 Aralığa kadar bangır bangır devam edeceği söyleniyor. Ama telepatinin açılması ile, ama sosyal medya kanalı ile, ama itirafla, ama yakalama ile, ama gezegenlerin bastırması ile öyle ya da böyle samimi olmayan duygular, yalanlar, gizli kapaklı işler ortaya çıkacak.


Peki biz ne yapacağız ?
Önce samimiyetle yaptıklarımızdan pişmanlık duyup vazgeçebiliriz. İnancımıza göre tövbe edebiliriz. Dolayısı ile yaptığımız hatalardan ders alıp bir daha yapmamaya niyet edebiliriz.

Deneyimlerimiz, onlardan ders çıkartabildiğimiz sürece değerliler. Ders çıkartıp hareket tarzımızı değiştirirsek bir üst seviyedeki yeni deneyime geçebiliriz. Aksi halde aynı ders, farklı kişilerle tekrar tekrar karşımıza çıkar durur. 


13 Ağustos 2015 Perşembe

ALMA VERME DENGESİ/ SORDUN MU SARI ÇİÇEĞE ?

Dediğim gibi bu yazıyı sabah yazmaya niyet etmiş ve acıyla sarsılıp vazgeçmiştim. Ama sonra Can' ın Hakka gidişini yazdığım yazıyı yayınladığımda en sık okunan 10 yazı arasında, Alma Verme Dengesi' nin olduğunu görünce çok şaşırdım. Bu başlıkta bir yazı yazdığımı hatırlamıyordum. Yazının tarihini kontrol ettim. 10.10.2013 
Bunun bir işaret olduğunu anlayıp ağlamam bitince oturdum bilgisayarın başına. 

Alma Verme Dengesi ilgili çok konuşulur, çok yazılır.  Ben de daha önceki yazımda bunu vurgulamışım, özellikle ilişkilerde bu dengenin kurulması ve korunmasının öneminden bahsetmişim. 

Oysa şimdi bu konuyu başka bir açıdan değerlendirmek istiyorum.

Bu denge, evrenin bütünü içinde bir felsefe olarak ele alınabilir. Şöyle bir felsefe. Bu dünyada herkesin, her canlının diğeri üzerinde hakkı vardır. Sordum Sarı Çiçeğe İlahisi' nde ki gibi duymak istediğimizde evren bizimle konuşur,  iletişim halindedir. Doğal olarak bu iletişimden aramızda alma verme dengesi, hak ilişkisi doğar. Dolayısı ile farketmeden üzerine basıp geçtiğimiz hayvanlardan, yağrağını, dalını kopardığımız çiçeklerle, ağaçlarla, yuvasını bozduğumuz karıncalara kadar hepsi ile hayat içinde eşitlenmek için karşılaşabiliriz. 
Örneğin; canımız istiyor diye bozduğumuz karınca yuvasının karşılığında evliliğimiz dış etkenler tarafından bozulabilir. Çünkü biz bir gün bir yerde bir yuva bozmuşuzdur ve bu bir şekilde bizim yaşamamız gereken bir gerçeklik haline dönüşür. Bu Alma Verme Denge' sidir. Hak yememek girekir. Bu örnekleri kişisel perpektifimiz açısı kadar çoğaltabiliriz.

Neml Suresi 18. Ayet' te bana bu fikri veriyor. 

Tefhim-ul KuranNihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: «Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp geçmesin.



Enerjiler ile ilgili yazıları takip edenler bilirler. Hepsi aman '' helalleşin '' derler. Ben durdum, şu an da döndüm önce kendime baktım. Farkında olmadan kimin, neyin hakkını yiyor olabilirim diye. Bu iç muhasebenin cevabı, yüksek farkındalık yaratır. Ardından Dünya ile başladım helalleşmeye. Balığını veren denizle, sebzesini , meyvesini cömertçe veren toprakla, yağmuru ile toprağı şenlendiren bulut ile, gökyüzü ile, hayatımdan bir vesile ile geçmiş olan herkes ile,  aklıma gelen herkes ve herşey ile ve tabii ki herşeyin kaynağı olan, şekle mana veren Yaradan ile helalleşmeye. 

İşte şimdi Dünya' ya gelen yüksek enerjiler ile benim anladığım hızla gerçekleşen Alma Verme Dengesi budur. 





YANDI YANDI, İÇİM YANDI


Özellikle son bir haftadır, her günüm ne neşeli, ne güzel geçiyordu. İçim kıpır kıpır.  Geziyor, yazıyor, okuyor, meditasyon yapıyordum. Dengede ve verimliydim.

Bu sabah uyandığımda aklımda ' Alma, verme dengesi '  ile ilgili bir yazı yazmak vardı. Hatta cümleler gözümün önünde dans ediyor, hadi bizi yazıya dök, diyorlardı. Yazmadım, yazamadım. Evde yapmam gereken diğer günlük işlerin peşinden koşturdum. Erteledim. Nasıl olsa gün uzundu, daha sonra yazacaktım. Tüm hayat gibi, erteledim.  Sonra kardeşim aradı.

- Abla, Mithat Abi' yi kaybettik. dedi. Sessizlik.
Ben - Sessizlik... Nasıl !...
- Bu sabah, detayını bilmiyorum. Kalp,dediler. Babam cenazeye gidiyor. Sen yetişemezsin. ( Olduğum yer ile cenazenin arası 20 saat )

Telefonu kapattım. Bir hıçkırık. Derin bir ağlayış. Bir şey oturdu içime, ciğerime. En sevdiklerimden biri. Babam mı diyeyim, amcam mı, abim mi, arkadaşım mı, sırdaşım mı?...Mithat Abim, Hak' ın rahmetine kavuşmuş. Hakka gidene, Onunla buluşana sevinilir ama burada kalanın acısı ağlatır. Yani Dünya gözüyle ayrı kalmanın acısı. Geçmiş kayıpların bir an da yanı başına gelmesi, kendini hatırlatması ve yaşanamamışlıkların, ertelenmişliklerin, pişmanlıkların acısı.  İşte, ağlatan, sızlatan, içini dağlayan orası.

Çok yazasım, çok ağlayasım var. 

Son pişmanlıklar için geç kalmayalım, diye şimdilik bu kadarını yazıp paylaşmak, yine dengeye gelmek  istedim.

Hayat bu; her an, herşey olabilir, neşe, hüzün içiçe.


5 Ağustos 2015 Çarşamba

WORCATION


Literatüre yeni giren worcation kelimesi, bana eski laptopa bağımlı yaz tatillerimi hatırlattı. 
Eskiden işe o kadar bağımlı çalışırdım ki, tatile çıkacak tarihi belirleyebilmek bile iş haline gelirdi. Tarih belirlendikten sonra astlara iş devri. Sonrasında tatil başlar ama tatilde işi takip edip, düşünmekten dinlenemeden geri dönerdim. X nesli olan bize, iş için yaşamak öğretilmişti. Gerekirse tatilde bile çalışmak gerektiği içimize işlenmiş bir gizli emir gibiydi. Sorumluluklar her şartta yerine getirilmeliydi.  
Böylece tatilde dinlenemediğim için doğal olarak verimim düşerdi. Mutsuz olurdum. Sağlığım bozulurdu. Yıllar içinde hem yaşam kalitemi, hem iş verimimi düşüren bir kısır döngü başladı. Kurtuluşu, istifa edip, sistemden çıkmakta buldum. 

Şimdi değişen dünyada, çalışma şeklide değişmeye başladı. Önce danışmanlık yapanların cafelerde laptopları ile çalıştıkları, gerekirse toplantıları oralarda yaptıklarını, zaman zaman iş mülakatlarının cafelerde gerçekleştiğini gördük. 

Worcation, bu durumu gelişen teknoloji ile birlikte bir adım daha ileri götürüyor. Çalışırken tatilde gibi rahatlayın, diyor.  :)) İnsanı, işin önüne çıkartıyor ve nihayet, insan için iş kavramını , yaşam kalitesinin verimliliğinin ön koşulu olduğunu vurguluyor. 

Detayları bu ay ki @VOGUE  sayısında @Zeynep Yapar' ın yazısında bulabilirsiniz. 






4 Ağustos 2015 Salı

TESLİMİYET


Seninle ilgili sonsuz soruların cevapları içimde. Tıpkı Adem ve Havva gibi tek bütünün iki yarısıyız. 
Az önce anladım ve teslim oldum. Tıpkı tüm nasıl, neden ve niçinlerden vazgeçip Allah' a iman ettiğim gibi sana olan sevgime, akıl gözümü kapatıp gönül gözümle teslim oldum. Seni çok seviyorum. Her nefesimde seviyor ve özlüyorum.

Ne gaflet, tabii insan tuzağa kolay düşüyor. Tam hislerimi bu minvalde toplamışken,  ertesi gün diyorum ki sana hadi bana ne hissettiğini söyle. Kendi yangınım öyle büyük ki sanki sende yandım dediğinde sakinleşeceğim.
oysa sorumun cevabı yaşandı ve o an da asılı kaldı.

Gözgöze içiçe olduğumuz an, tüm sorular cevaplandı.

Çok seviyoruz bizi. Ne bir eksik, ne bir fazla. Aynı yangının içindeki iki kor gibiyiz. Biriz aşkım. Tevhiddeyiz. ayrılıklar bizim zihnimizde.

Bana baktığında ne gördün aşkım ?

Güzel miyim?

İnsan yüzü, ne düşünüyorsa onu yansıtan bir aynadır. 

Sevgiyi gördün mü yüzümde?  Bendeki senin güzelliğini gördün mü yüzümde? Ben gördüm birtanem. Gördüğüme aşık oldum. 

Bir koku var. Tıpkı bir çiçeğin kokusu gibi, hani benden aldığın koku ve tat var ya işte o, aşkın kokusu. Bizim kokumuz, bizim tadımız.Aynı et ve aynı kemiğiz. Birimizin yaptığı şeyi kesinlikle diğerimizde yapıyor. Bu yüzden birimizin gördüğü rüyayı yarın diğeri anlatıyor. Korkumuz, kavgamız, savaşımız, aşkımız bu yüzden. Öyle ezber bozan, öyle büyük bir aşkın içine düştük ki, neye düştüğümüzü anlayamadık. Korktuk. Çünkü bilmiyorduk. Kontrolümüzü kaybediyorduk korktuk. Ben çok akıllıyım ya,  korktukça akıl oyunlarına sığındım. İlk defa itiraf ediyorum. Çoğu zaman ters psikoloji uyguladım. Hani sen hayır denileni yapmak için hırslanırsın ya, bende yapmanı istediğim şeyler için hayır dedim. Ama çoğu zaman ters tepti.
Çünkü biz ezber bozandık. Ben bilemedim.

Epeyce düşündükten sonra sana nasıl davranmam gerektiğine karar verdim. Çok güZel bir ilahi var.


Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi? Ben senden razıyım aşkım. Buna göre davranacağım. Ateşkes ilan ediyorum. Korkularımı, kırgınlıklarımı, kızgınlıklarımı hepsini silip attım. Sevgi güveni içinde barındırır. Seni sevdiğim kadar güveniyorum sana.
Yeryüzünün ve gökyününün tüm askerleri ile senin gönlüne sefere çıktım. Öyle bir seferki ömür boyu süren bir sefer. Önce güven kalesi.
Güven bana aşkım, her zerrenle güven.
Senden bir daha asla vazgeçmeyeceğim  çünkü kendimden vazgeçemiyorum. Biz, biriz.

Senaryonun muhteşem yazarı, herşeyi tam zamanında gerçekleştirir. 









1 Ağustos 2015 Cumartesi

ÖZGÜRLÜK ELİMİZDE


İnsan, hayatta iki şeyden pişman olur.



1) Yaptıklarımızdan,

2) Yapmadıklarımızdan.



Yapmadıklarımızdan, yapmayı ihmal ettiklerimizden biri de;  affetmek. Helalleşmek ve kendimizi özgür bırakmak. Yani yüklerimizden kurtulmak. 



Kurduğumuz ilişkiler sırasında, çeşitli haklar doğar. Ama önemsemeyiz, helalleşmeyi ihmal ederiz. 'Ölüyor muyuz?' deriz. 'Bana haksızlık etti, hakkımı helal etmem.' deriz.



Affetmeyiz. Yaşamımızdan geçen kişiler ile bağlarımızı sıkı sıkı tutmaya devam ederiz. Affetmeyerek, helalleşmeyerek kızgınlıklarımızı, kırgınlıklarımızı yanımızda, hayatımızda taşırız. 



İşte bunlar bizim üstümüzde yüktür. Özgürlüğümüzü kısıtlar.



Olayların anlamı, bizim onlara yüklediğimiz duygularla ortaya çıkar. Yani seçimlerimizle. 



Özgürlüğü seçmek elimizde...



İstersek özgür olabiliriz.

31 Temmuz 2015 Cuma

Fİ Çİ Pİ

Fİ, Çİ, Pİ
Azra Kohen’ den önce Fi geldi ve biraz aşk, biraz karakterlerin  psikolojik analizi, biraz merak, biraz sosyal ve siyasi olarak günümüzün Türkiye’ si , düşüncenin güçlü bir anlatımla cümleye dönüşümü derken; akıllara çatlama potansiyeli gösterecek bir tohum ekti.

Sonra Çi geldi. Fi’ nin devamı ama daha da merak uyandırıcı. Karakterler daha da tanıdık. Daha kışkırtıcı. Aç erkek çocukların kodaman olabilmek için nasıl bir yağmacıya, aç kız çocukların sözde var olabilmek için nelerden vazgeçebileceklerinin, hayatın karakterleri şekillendirişinin anlatımı. Acının iyice yayılması. Çi acının bedene inmesini, bu acı ile farkındalığı artan insanın harekete geçtiği zaman, varması gereken yere gidebileceğini anlatarak tohumu besledi.

Sonra uzun bir sessizlik. Pi’ yi bekliyoruz. Ne zaman çıkacağını merak ediyoruz. Oysa bu kadar yaşadığımız Türkiye ile paralel konumlanan bir hikayenin, seçimlerden hemen sonra yayınlanacağını tahmin edebilirdik.  Temmuz 2015, Pi elimde.  700 sayfalık kitap 5 günde işliyor hücrelerime.
Çünkü bende Fi ve Çi’ nin tuzağına düşmüş, o tohumun çatlayışının peşine düşmüştüm. Sorgulayışlarımın, analizlerimin cevapları için sabırsızlanıyordum.
Pi’ yi okuyacak pek çok kişiye elbette tiyo vermek istemem ama şunu söyleyebilirim ki; Fi ve Çi, Pi’ nin yanında çok romantik kalıyor. İnsanın büyük dönüşümü, çöküşü, çıkışı bu kitapta anlatılıyor.
Cehaletin, ezilmenin insanı/kitleleri nasıl da sorgulamayan, biat kültürünün piyonları haline getirdiğini, iyiliği savunurken nelerden vazgeçebileceğini, neleri feda edebileceğini, zaaflarımızı ve dengeyi, kararlılığı, inancı satırların arasında tekrar tekrar farklı senaryolar ile anlatıyor. Bu dünyanın bizimle, hep beraber cennet ya da cehennem olabileceğini, aşkın insandan çok daha büyük, çok daha ilahi olduğu ile final yapılıyor.

5 günde biten kitabın, blogda yayınlanması neredeyse 1 ayı buluyor. Bunda da bir hayır vardır mutlaka diyor ve sizlere keyifli okumalar diliyorum. 


18 Temmuz 2015 Cumartesi

EVET Mİ, HAYIR MI ?

Gün içinde kaç kere ‘ EVET ‘ , kaç kere ‘ HAYIR ‘ dediğinize dikkat ettiniz mi ?

Eğer hayır dediklerinize evet demiş olsaydınız, bugün hayatınızda nasıl değişiklikler olabilirdi ?

2. sorunun cevabını belki biliyorsunuz, belki bilmiyorsunuz. Bu konuda biraz düşünün. Acaba hayırı bir alışkanlık olarak ya da kendinizi dış dünyadan korumak için koruma kalkanı olarak mı, yoksa gerçekten üzerine düşünüp, istemediğiniz durumlar için mi kullanıyorsunuz ?

Peki ya evetleriniz ? Hayatınızda kaç tane evet demek istediğiniz ama çeşitli nedenlerle hayır dediğiniz olaylar var.

Geniş düşünün. Bu konu sahip olduğunuz hemen herşey ile ilgili olabilir. Kilonuz, eşiniz, çocuklarınız, kıyafetleriniz, eviniz, işiniz, hayatınız. Örneğin; yemek istemediğiniz ama kırmamak için evet dediğiniz, sevmediğiniz ama mecbur olduğunuz için evet dediğiniz, istediğiniz ama inadınızdan hayır dediğiniz, korktuğunuz için hayır dediğiniz, utandığınız için hayır dediğiniz, vs …


Bu sorulara dürüst cevap verdiğinizde, mevcut durumunuz hakkında farkındalığınız artar. Fark ettiğiniz her şeyi kontrol edebilir, değiştirebilirsiniz. 


ANT - MAN



MARVEL serisinden Antman, vizyona girdi ve bizde Oğlumun sıkı takibi ve yoğun baskısı üzerine koşa koşa sinemaya gittik. Bol teknoloji ile desteklenmiş aksiyon dolu bir film olmasına rağmen senaryonun insanlığın evrimleşmesine yönelik mesajları bizi çok etkiledi.
Bu değerli mesajları burada paylaşmak ve filmi izlemenizi önermek istiyorum.

   Hedefinin gerçekleşmesi için, gönülden istemen, olacağına inanman, odaklanman ve gerekli çabayı gösterip çok çalışman gerekiyor. Tabii ki sen hedefine ulaşmaya çabalarken seni yolundan çevirmeye çalışanlar, çeşitli engeller olabilir. Bu durumlarda az önce söylediklerimizi yapıp, ardından teslim olduğunuzda mutlak hedef gerçekleşecektir. (Burada kahramanın adının Karınca Adam olarak seçilmiş olması da sembolik olarak verilmek istenen mesaja çok uygun olmuş.)

      Sahip olduğumuz 3 boyutlu dünya düzeninde, istediğiniz herhangi bir şeyin gerçekleşmesi fizik kanunları gereği imkansız gibi görünse bile, insanın yoğunlaşarak, can havli ile istediği herşeyin gerçek olması mümkündür. Deneyenler  örneklerini kendi hayatlarında görmüşlerdir.

Bu iki mesaj, bir kez daha düşünsel yeteneklerimizin sınırları nasıl da kaldırdığını, insanlığın iyiliği hedefleyerek imkansız gibi görünenleri imkanlı hale getirebileceğini hatırlatıyor.
İyi olarak, iyiliği isteyerek ve yaşayarak, inanarak, bu konuda kalbimizi ve beynimizi kullanarak evrimleşmeye devam edebiliriz.
Diğer yandan filmin, ‘ kuant alan ’ bilgisini kullanması da, bu kavram üzerine düşünmek, çalışmak isteyenler için merak uyandıracak bir terim olarak hafızalarında kalacaktır. Bu alanda araştırma yapacaklara ‘ takyon alanı ’ nı da araştırmalarını öneririm.




16 Haziran 2015 Salı

NUH' UN GEMİSİ


Geçenlerde bir arkadaşım, ' Yıl 2015, biz hala engelliler için gereken yaşam standartını sağlayamıyoruz. Biraz geç kalmadık mı? ' diye bir serzenişte bulundu. 

Elbette yerinde bir serzeniş. Öyleyse aşama aşama konuyu irdeleyelim.


1 ) Engelli tanımı yerine FARKLI GELİŞENLER kavramı durumu çok daha net ifade ediyor. 


2 ) Farklı gelişenlere gerek bakışlarımızla, gerek davranışlarımızla, işe alım koşullarımızla, belediyecilik anlamında altyapı ve üstyapıda yaptığımız uygulamalarla, biz ENGEL oluyoruz. 


3 ) Bundan bir kaç yıl öncesine kadar pek çok insan için, eğer çevresinde farklı gelişen bir birey yoksa bu konunun bir önemi yoktu. Oysa şimdi sosyal medyanın yaygınlaşması, STK ların gücünün iyice hissedilmesi ile birlikte durum değişti. Herkes herşeyin farkında. İnsanların Dünyaları büyüdü. Artık bütüne daha yakın yaşıyoruz. Birbirimize yardım etmeye çalışıyoruz. Gönlümüzü birbirimize açıyor, gönüllü işler yapıyoruz. 


Tıpkı Nuh' un gemisindeki gibi hepimiz aynı gemideyiz.


Bu konuda yakın zamanda seyrettiğim 8. GÜN adlı filmi tavsiye ederim. Filmde Otistik bir genç ile işi tüm yaşamı olmuş orta yaşlı bir adamın dostluğu, birbirlerinin hayatına sihirli dokunuşları ve şifa oluşları anlatılıyor. 


8.GÜN




Bu yorumu oldukça beğendim.
İyi seyirler 

https://www.facebook.com/EngelsizZihinler/videos/761741770579345/  


13 Mayıs 2015 Çarşamba

ÖZÜM, SENİ SEVİYORUM.



Sabahları  kısa mesajlarda yazıldığı gibi ' gny cnm ' yazmayı değil, 

 ' Günaydın Canım ' demeyi seviyorum, uzun uzun... Günümün ışığı, Can' ım, pervanem demeyi, bir sabah daha bu alemde kavuştuğumuz için şükretmeyi seviyorum. 

Gerçek bu çünkü. Seni çok seviyorum. Senin gözlerinle buluştuğum için şükretmeyi seviyorum.  Hayat arkadaşım, yoldaşım. Hayattaki anlam arayışımda, en güzel anlamsın. En derindeki çekirdeğimi kavrayan, kalbimde mühürlü olansın. 

Özüm, seni seviyorum...










28 Nisan 2015 Salı

UZAYLI GÖZÜ İLE DÜNYA








30 yaşında, Uzay' dan Dünya' ya, Hindistan' a  gelmiş olsanız. Bir nedenle  soru ve sorunlarınızın cevabı olarak Tanrı' ya yönlendirilseniz, hem de Hindistan' ın çok Tanrılı yapısında ne yapardınız ?

Bu arada aşık olsanız, ahlaklı olsanız, yalanı anlamasanız, savaşsanız, ağlasınız, gülseniz, dans etseniz...

İşte tüm bu sorulara Bollywood yapımı P K filmi cevap veriyor. Filmin kliplerine yukarıdaki bağlantıdan ve detaylı özetine aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. 

Bu da müthiş eğlenceli bir klip :)

https://www.youtube.com/watch?v=nd4wsdUMorY


Kaynak: http://kore-delisi.blogspot.com.tr/2015/01/pk-peekay-sarhos.html


İyi Seyirler :)

13 Nisan 2015 Pazartesi

SHİNE




Üstün zekalı olarak nitelendirdiğimiz  bazı alanlarda üstün yeteneği olan çocukların ailelerinin tutum ve davranışları Onları hayatta başarılı ve mutlu edebileceği kadar tam tersi durumlar yaşamalarına da sebep olabiliyor. Burada, çocukluğunda gerçekleştiremediklerini çocuğunun gerçekleştirmesi için aşırı baskı yapan ebeveynlerden bahsediyoruz. Hani vardır ya ' Bu imkanlar bana verilmiş olsaydı, neler yapardım neler diye ' vurgulamalarla çocuk büyüten anne babalar ve bunların türevleri.

Sinemanın kolay anlaşılır, eğlenceli dili topluma psikolojik mesajlar vermek için sıklıkla kullanılıyor. 1996 yapımı, Avusturyalı piyanist David Helfgott’ un gerçek yaşam öyküsünden uyarlanan Shine ' da  yukarıda bahsettiğim anlamda çok başarılı bir örnek. Bu örnekte müzik dehası olan bir çocuğun, babasının tavırları neticesinde yaşadığı bunalımlar anlatılıyor.


Musevi bir ailenin çocuğu olan David, çocukluğunda müziğe karşı olan tutkusu babası tarafından reddedilince Oedipus Kompleksi iyice belirginleşen kendi babasının yarattığı içe kapalı, aşırı tutucu aile ortamında yaşamaktadır. Baba 3 çocuğuna da piyano çalmayı öğretmiştir. David' in katıldığı yarışmalarda dikkat çekici başarılar elde etmesi ile babanın regresyonu tırmanmakta, bir yandan oğlu ile gurur duymasına rağmen, diğer yandan zamanında babası tarafından benzer başarıları elde etme şansı elinden alındığı için agresifleşmekte ve katılaşmaktadır. David' in ergenliği, babasının  aralarındaki sevginin, aile birliğinin sarsılmazlığı, David' i sadece kendisinin sonsuza dek seveceği zannı üzerine kurduğu aşırı baskıcı tavırla geçer. Baba oğlunu kaybedeceğini düşünerek eğitimine ABD' de devam ettirme şansını yokeder.  David yaşadığı baskılar nedeniyle gittikçe a-tipik davranış bozuklukları göstermeye başlamıştır. 

Londra Kraliyet Müzik Akademisi’nden gelen teklif ile David babası ile bağları koparmak pahasına İngiltere' ye gider.  Burada her ne kadar hayal ettiği özgürlüğe kavuşup müziğin hayranlık verici dünyasında yaşasa da babasının Onunla iletişimi reddedişi ruhunu yaralamaya devam eder ve bir çeşit  başkaldırı olarak babasının çalmasını en çok istediği ama en zor eserlerden biri olan Brahmaninov’un 3. Konçertosu’nu çalarken bir sinir krizi geçirir. Hayatının bundan sonraki dönemini toplumsallaşma ve kişiler arası iletişim kurmada güçlükler yaşayarak geçirir. Final ise ; izleyecekler için süpriz olarak kalsın.




11 Nisan 2015 Cumartesi

Nietzsche Ağladığında



Yıllar önce Irvin Yalom' un sadece bir yazar olduğunu sanarak  Nietzsche Ağladığı' nda isimli romanını okumuştum. Tam da benim gibi varoluşçuluğu sorgulayan biri için Freud ile Breur' un dostluğu çerçevesinde Friedrich Wilhelm Nietzsche  ile yapılan tedavi amaçlı sohbetler  ya da bir çeşit ters transferans nedeni ile sarsıcı bir romandı.
Şimdi bu konular ile akademik olarak ilgilenmeye başladıkça ,etkisi ve elbette kitabın tadı başkalaşmaya başladı. Ayrıca Yalom' un Rus kökenli Yahudi asıllı ABD'li psikiyatrist, varoluşçu, psikoterapist, yazar ve eğitimci olduğunuda öğrenmiş oldum.
Kitabın oldukça başarılı bir uyarlaması olan filmi ile ile ilgili bilgiler aşağıda.
Varoluş soruları ve psikolojinin başlangıcı ile ilgilenenlere zevkle tavsiye ederim.
 
19. yüzyıl Viyana'sı... çok hoş ve alımlı bir kadın olan Lou Salome, dönemin meşhur doktoru Breuer'i ziyarete gelir ve henüz iki kitabı basılmış ve pek tanınmayan filozof Nietzsche ye yardım etmesi için rica da bulunur. Ona göre, Nietzsche nin yaşamakta olduğu duygusal çöküntü nedeniyle, Avrupanın kültürel geleceği tehlikededir... Dr.Breuer ilk etapta bu teklife sıcak bakmamasına rağmen, Salome'un çekiciliğinden etkilenir ve teklifi kabul eder. Dr.Breuer in, Nietzsche ile tanışmasıyla hayatı değişecektir. çünkü bu adam, çok farklı fikirleri olan, sıradışı biridir. Ve bir süre sonra, hasta ile doktorun yer değiştireceği diyaloglara gebe olacak bir tanışma olacaktır bu...
Irvin D. Yalom'un aynı isimli, basıldığı 1992 senesinde çok ses getiren kurgu romanından uyarlanan bu filmde, Psikanalizm in öncüsü Sigmund Freud'un gençliği ile de karşılaşıyoruz.
 
           
02 Ağustos 2007
2007 - ABD
DramGizemPsikolojik
105 Dak.


Pinchas Perry

9 Nisan 2015 Perşembe

YÜREĞİME YOLCULUK GİRİŞ


Az önce okumaya başladığım 2015 yayını, 
'' Yüreğime Yolculuk '' ' un bende başladığı yolculuğu sizlerle paylaşarak yola devam etmek istiyorum.

Bu hikaye 2006 yılında kanseri yenen Anita Moorjani' nin  gerçek bir yaşam öyküsü.  Kategori olarak kişisel gelişim kategorisi diyebiliriz. Bence bu kategorideki kitapları okurken, bunların her insanın kendi kişisel gelişimini anlattığının farkında olmak gerekiyor. Dolayısı ile hiç bir kitap, hiç kimse için tam manası ile bir reçete olamaz. Ama içindeki bazı cümleler, düşünceler okuyucu için yeni bir pencere açabilir, farkındalık düzeyini arttırabilir. Bu da kişisel fayda olmuş olur :)

Gelelim, Dr. Wayne W. Dyer' in kitap için yazdığı ön söze ve tabii ki benim kişisel yorumuma;

'' Hepimiz korku ve egolarımızdan sıyrıldığımızda saf sevgi, bir başka deyişle Tanrı olabiliriz''. Burada ego  ile ifade edilen nedir ?

Bilinçaltımızda yer alan tüm dürtüler, mantık dışı istekler, korkular, gerçekleşmeyen hayaller, utanç verici deneyimler, isteyerek ya da istemeyerek yüzleşmek istemediğimiz gerçekler bulunur. 

Süperegoda ise; toplum kuralları, örf, adetler, ahlak, bilgi dağarcığı, anılar bulunur. Bu ikisi arasındadır EGO.



Yani cümleyi baştan okursak '' Hepimiz korku ve korkularımızdan yani süper güçlü korkularımızdan kurtulduğumuzda Tanrı ile herşeyin mümkün olduğunu bizzat yaşamaya başlarız. 

Bu güven Dünyası öyle bir Dünya' dır ki; burada geçmiş ve gelecek  şifalanır. Burada sınır yoktur, sadece Tanrı' nın yasaları geçerlidir. 

8 Nisan 2015 Çarşamba

FARKLI GELİŞEN BİREYİN YAŞAM KALİTESİ NASIL ARTAR ?



Sosyal hayat içinde sözde normal dünyanın, farklı gelişenlere yarattığı engellerden bahsetmiştik. Şimdi biraz da Farklı Gelişenlerin yaşam kalitelerini arttırmak için neler yapılabilir, bunlardan bahsedelim.



´Kamuya ait her yapı engelliye uygun olmalı, Özel kişilere ait her yapının da 8/1’i engelliye uygun olmalıdır.
´Merdiven, toplu taşıma araçları, engelli araçları, engelli taksileri, park yerleri sorunları, engelli plakası ile ilgili uygulamalar aktif olmalıdır.
´Engelli maaşlarının iyileştirilmesi sağlanmalıdır.

´Sosyal yaşama adapte olmaları sağlanmalıdır.