Bu hafta vizyondaki Tarzan ve Ninja Kaplumbağaları izledim.
Her iki filmde de insanların anlayamadıkları şeylerden korktukları vurgulanıyordu. İçinde bulunduğumuz günlerde kimin neyi ve kimi anlayabildiğini çok merak ediyorum. Ülkemizde mülteci olarak yaşamını sürdürmeye çalışanları, mülteci olmak ne demek, insanın insana insanca yaklaşımı nasıl olur, savaşmakla ölmek arasında seçim yapmak nasıl bir duygudur anlıyor muyuz?...
Anlayamadığımız şeylerden korkuyor muyuz? Bu korku bizi nerelere sürüklüyor? Irkçılıkla suçlanmamız bu korku yüzünden mi? Mültecileri ucuz iş ve beden gücü olarak kullanmamız bu yüzden mi?
Şimdiye kadar anlayamadıklarımızı anlamak için ne yaptık?
Daha fazla anlayıp, daha insancıl çözümler üretmek istiyorum. 18 yaşına kadar her çocuğun çocuk olduğu, çalıştırılmadığı, dilendirilmediği, satılmadığı bir ülkede yaşamak istiyorum.
Daha eğitimli, daha fazla düşünen, daha fazla üretim yapan, daha meraklı, daha keşfedici, daha yenilikçi bireylerin olduğu bir ülkede yaşamak istiyorum.
KORKMADAN, CESARETLE YAŞAMAK İSTİYORUM.
Sahip olduğumuz mucizevi renkler, bizi biz yapan değerler, varlığımızın anlamı hepsi neyin içinde saklı? Kişisel karnavalımızın içinde hepimizin doğumunun sebebi var. Ben, benim sebeplerimi, bunları ararken bıraktığım ayak izlerimi içimdeki karnavalda paylaşıyorum.
Bu Blogda Ara
14 Temmuz 2016 Perşembe
22 Haziran 2016 Çarşamba
20 Haziran 2016 Pazartesi
Me Voy
Varoluşçu psikoloji akımının önemli isimlerinden logo(anlam) terapinin kurucusu Victor Frankl' a göre yaşamın anlamı üç yolla keşfedilir.
Bunlardan biri; acı çekmek. Kişinin değiştirilemeyen kadere karşı uygun tutum geliştirmesidir. Yani bir başka deyişle, insanın anlamlı seçimler yapıp potansiyelini kullanma başarısıdır.
Az önce dinlediğim Yasmin Levy' nin Me Voy' u işte bana bunu hatırlattı. Şarkının sözlerini okuyunca belki sizde benzer duygu ve düşüncelere sahip olabilirsiniz.
Me Voy (I'm Leaving)
Gidiyorum (Terkediyorum)
Vücudunun kokusunu unutmak istiyorum
Dudaklarının tadını unutmak istiyorum
Bir kez olsun sahip olmak istiyorum,
Mutlu bir hayata.
Bu nedenle , gidiyorum.
Teşekkürler bana verdiğin her şey için.
Teşekkürler beni sevdiğin için
Ama göz boyayıp saklayamam. (ama bir ilizyonum yok)
Sebebim sensin.
Bunun için gidiyorum.
Söyle bana sende ne var ki*
Unutamıyorum seni.
Bak, bak bana , (benim) küçük kızım
Gidiyorum (Terkediyorum)
Vücudunun kokusunu unutmak istiyorum
Dudaklarının tadını unutmak istiyorum
Bir kez olsun sahip olmak istiyorum,
Mutlu bir hayata.
Bu nedenle , gidiyorum.
Teşekkürler bana verdiğin her şey için.
Teşekkürler beni sevdiğin için
Ama göz boyayıp saklayamam. (ama bir ilizyonum yok)
Sebebim sensin.
Bunun için gidiyorum.
Söyle bana sende ne var ki*
Unutamıyorum seni.
Bak, bak bana , (benim) küçük kızım
Kanayan ruhumu gör.
kaynak: http://sarkicevirilerim.blogspot.com.tr/2011/12/yasmin-levy-me-voy-turkce-ceviri.html
Firuze
Yasmin Levy' yi dinlemeye doyum olmaz. Sevdiğim bir şarkısını daha paylaşıyorum. Bu şarkının sözlerini çevirmeye gerek yok. Klip hikayeyi anlatıyor.
Yine varoluşçu bakış açısıyla yorumluyorum. İnsanın aşırı kaygılı olması onu yanlış seçimler yapmaya, yaptığı seçimlerden şüphe ve pişmanlık duymaya sevkeder. Oysa insan, duygularının farkında oldukça daha sağlıklı seçimler yapabilir. Farkına varan insan, özgür olabilir ve potansiyelini kullanabilir.
Bu bağlamda aşk acısı gibi diğer tüm acılar da insanın varoluşunun sadece bir aracı olabilir. İnsan bu acılarla başederek hayatına daha güçlü, daha özgür olarak devam edebilir.
13 Haziran 2016 Pazartesi
Boyut Kapısı / Star Gate
Geçen hafta War Craft' ı izlediğimde , kötü büyücünün ruhları yakıt olarak kullanarak açmış olduğu boyut kapısını; kişisel hırslar sonucunda oluşan bir savaşın başlangıcı, iyilik ile kötülüğün savaşı olarak nitelendirmiştim. Ertesi günlerde okuduğum Endgame Çağrı' da bulunan Boyut Kapısı ve Harun ile Musa' nın şeytan Enki' yi yenen yılanlı asaları, geçen sene eğitimini aldığım Mandala, Komplo yazar David Icke' i kaynak göstererek Dünyayı Yöneten Gizli Örgüt İlluminati Saptanamayan Beyin Kontrolü Kitabı' nda Aytekin Gezici' nin sembolizm ve sürüngen insansılar, şeytaniler, illuminatiyi detaylı olarak anlatması "Boyut Kapısı" ve yılanlar üzerine düşünmemi sağlarken; bir vesile ile "tesadüfen" izleme fırsatı bulduğum Farah G. Yurdözü videoları sayesinde konunun çok daha derin ve kadim olduğunu öğrendim.
Farah Hanım' ın çeşitli videolarını izleyerek "Boyut Kapısı" ve "Sürüngen İnsansılar" hakkında detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.
ABD ve Almanya başta olmak üzere Dünya' nın pek çok yerinde yapılan UFOLOJİ çalışmaları ve sembolizmi ile aslında pek çoğumuz bir şekilde (özellikle televizyon aracılığı ile) Boyut Kapısı' nın içindeki ve dışındaki etkilere maruz kalıyoruz. Bu konuda M.Ö. 4000 - M.Ö. 2000 yılları arasında Güney Irak' ta (Güney Mezopotamya) yaşamış olan Sümerler' den itibaren izler süregelmektedir. O günlerden bugüne gelen en sık kullanılan sembollerden yılbaşı ağacı, nazar boncuğu, evlilik yüzüğü birer Sümer klasiğidir. Nazar boncuğu ve evlilik yüzüğü gibi yuvarlak yapılar bir başka bakış açısı ile yine içine niyetlerin yüklendiği birer boyut kapısı olarak nitelendirilebilir.
Yine yapmamız gereken makrodan mikroya, kozmosun ve kendimizin olabildiğince farkında olmak ve kendimizi bildiğimiz ve keşfettiğimiz yeni yöntemlerle korumak. Dünya sürekli döner, çünkü bilgi sürekli değişerek döner. İnsan bu döngüye ayak uydurduğunda dönüşerek gelişebilir ve kendini koruyabilir.
19 Mayıs 2016 Perşembe
ÖZÜNÜ HATIRLA
Bugün X-Men: Apocalypse filmini izlerken beni en çok etkileyen
cümle "Sen sadece öfke ve kızgınlık değilsin. İçinde iyilik var" oldu.
İster bireysel, ister kollektif olarak yaklaşalım, cümle ardında derin anlamlar
barındıran, bizim "Keskin sirke, küpüne zarar" atasözümüze benzeyen felsefik bir cümle.
Bu cümle X-Men’ in çeşitli filmlerinde Prof. X ile Magneto arasında
defalarca geçiyor.
X-Men serisi şu ana kadar hep mutantlar ve insanlar
arasındaki karmaşık ilişki vasıtasıyla gerçek dünyadaki sosyo-politik problemlere
gönderme yaptığı için cümleyi tekrar tekrar kullanarak;
insanlığın çaresizlikle, korkuyla, öfke ile beslendiği, gücünü iyilik ile
kullanmayı ve kontrol etmeyi bilmediği an ve durumlara dikkat çekmeye
çalıştığını düşünüyorum. Bugüne kadar gözlemlediğim ve bu gözlemlerden anladığım kadarıyla, negatifin güç, pozitifi yener gibi görünür. Ama gerçek olan, insanın özü olan sevgidir (Kalbi yani farklı bir sembolik yaklaşımla bir bakıma kutsal kasesidir). Pozitif olan negatifin baskısı altına girmiş gibi görünse de öz ölmez. Sadece ortama uyum sağlayıp sessiz kalır. Tıpkı filmde şekil/mekan/zaman değiştiren karakterler gibi.
"Sen sadece öfke ve kızgınlık değilsin. İçinde iyilik var" Gün
içinde duygularımızın farkına varmaya çalışırsak ; aşağıdaki duygulardan
hangilerini daha fazla yaşadığımızı söyleyebiliriz.
Bizi biz yapan hangi duygumuz/duygularımız?
Farkına vardığımız herşeyi değiştirebiliriz.
İçimizde barış sağladığımızda dengeye, bireysel huzurumuzla Dünya' da
huzura kavuşacağız. Dünya barışı için, içimizde barışı sağlama
sorumluluğumuz var.
1. Öfke
|
İyilik
|
|||||
2. Kızgınlık
|
Mutluluk
|
|||||
3. Hayal kırıklığı
|
Aşk
|
|||||
4. Korku
|
Tutku
|
|||||
5. Güvensizlik
|
Güven
|
|||||
6. Şüphe
|
Huzur
|
|||||
7. Nefret
|
Merak
|
|||||
8. Kin
|
Neşe
|
|||||
9. İntikam
|
Gurur
|
|||||
10.Kıskançlık
|
Minnetarlık
|
|||||
11.Hırs
|
Şükran
|
|||||
Sevgilerle
22 Nisan 2016 Cuma
BENLİK DEĞERİ
Sahip olduklarımız, zihnimizde kendimiz ve diğerleri yani teki ve öteki hakkındaki yargılarımız, fikirlerimiz benlik değerimizi, benliğimiz hakkındaki algımızı etkiliyor.
Sosyal statülerimizin kişiliğimize değer kattığı gibi bir yanılsama içine giriyoruz. Oysa değerimiz, bizzat içeride kendimize verdiğimiz değerle, dışarıda ise; insanlara verdiğimiz değer, kurduğumuz iletişim ile belirleniyor. Peki hal böyle iken, renkler, meslekler, mezhepler, cinsiyetler vs. neden hepsi ayrı ayrı birer ayrımlaştırma ve değersizleştirme nesnesi haline dönüşüyor? Kişinin benlik algısı sağlıklı olmadığından kendisini ancak yaptığı işler, sahip olduğu sosyal konum, eş, çocuk vs. ile değerli görüp bunlara sahip olmak ve korumak için üstdüzeyde çaba sarfettiğini, herhangi birini kaybetmesi halinde benliğindeki sarsılmaya katlanamayacağını gösteriyor. Aynı zamanda kendisi ile aynı nesnelere sahip olmayan herkesi küçümseyerek kendi değersizliğini yüceltme yoluna gidiyor. Böyle davrandığında iç değersizliğinin dışarıdan fark edilmeyeceğini sanıyor.
Bu noktada, kişinin konu ile ilgili kitapları okurken bunları içselleştirmesi yani hayatta uygulayabilmesi ve iç görüsünü geliştirerek kendine eleştirel gözle bakıp ihtiyaç halinde bir uzmandan destek alması faydalı olacaktır.
8 Şubat 2016 Pazartesi
EPİLEPSİDEN KUANTUM DÜŞÜNCE TEKNİĞİ İLE NASIL KURTULDUM ?
Geçen dönem, yoğunluk gibi görünen bir dış neden sonucunda epilepsi ritmim bozuldu. Ataklarım artmaya başladı. Uyaranlara verdiğim tepkiler arttı. O kadar ki; neredeyse çıplak gözle gün ışığına dayanamıyordum. Sürekli güneş gözlüğü kullanıyordum. Sesler. Sesler sanki beynimi kemiriyordu. Doktor ilacımı 3 mg. a çıkardı. MR çektirdim ve MR' ın sesi yüzünden büyük krize girdim. Uzun lafın kısası epilepsi beni ele geçirmişti. Hayat konforum onun oyuncağı haline gelmişti. Çaresizdim.
Sonra RŞanal Günseli' ye gitmem tavsiye edildi. Bir bakıma şifamın adresi verildi.
RŞanal' ın geliştirdiği bir Kuantum Tekniği ile ilk seanstan itibaren çok enterasan bir deneyim yaşadım. Hastalığımın nedeni, ilk tarihten itibaren kendini ne zaman ve niye ortaya çıkardığı, şifalanmam için neler yapmam gerektiği öylece, çırılçıplak ortaya çıktı. Böylece sadece benim farkında olmadığım fikir ve duygularımı 10 seans sonucunda keşfetmemle iyileşmiş oldum. Gözlüğümü çıkardım, sesler geri çekildi ve ilacım günlük 1 mg. doza dönüştü. EEG sonuçlarım normale döndü.
RŞanal Günseli' ye ve ekibine hayatımın gizemlerini ortaya çıkarttıkları ve sağlığıma kavuşmamı sağladıkları için teşekkür ederim.
Ben şifamı ilaçsız ve 3 hafta gibi kısa bir zamanda buldum. Sizde denemek ve incelemek isterseniz; detaylar için :
https://www.youtube.com/watch?v=IsKMVOkupBc
11 Ocak 2016 Pazartesi
ŞEYTANA KARŞI
Haftada dört akşam okula gittikten sonra nihayet finaller bitti. Şimdi kendini dinleme, biraz yeni yıl muhasebesi yapma ve bol bol kitap okuyup film izleme zamanı.
Dün gece "Şeytana Karşı" adlı bir film izledim. Filmin künyesi ve kısa özetine alttaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://www.sinemalar.com/film/5225/seytana-karsi
istiyorum.
1- Her çocuk iyilik ile doğar. Kötü ya da iyi eylemler yapmak kendi seçimidir.
2- Zeka, fiziksel kuvvetten daha güçlüdür.
3- Şiddet gören çocuğun, şiddet gösterme ihtimali yüksektir.
4- Çocuğunun şiddete ya da herhangi bir şekilde istismara maruz kaldığını bilip, buna müdahale etmeyen ebeveyn, eylemi uygulayan kadar suçludur.
Filmi varsa ergenlik çağındaki çocuklarınız ile birlikte seyretmenizi, film bittikten sonra bu konuda sohbet etmenizi tavsiye ederim. Zaman zaman çocuklar okulda rahatsız edici bir durumla karşılaşıp bunu ebeveynleri ile paylaşmayabilirler. Bu durumda bu tip bir film üzerinden konuşmak, onlar için olayı "dışsallaştırmak" olacak ve iletişim kurmalarını, paylaşmalarını kolaylaştıracaktır.
KOCAN KADAR KONUŞ DİRİLİŞ
Kocan Kadar Konuş, geleneksel Türk Kızı' nın akranları ile aynı zamanlarda evlenmesi gerektiği, aksi takdirde yaşayacağı evde kalmış baskısı üzerine kurulu aynı isimli romandan sinemaya uyarlanmıştı.
Şebnem Burcuoğlu, ikinci kitabın arka kapağınde bu ana fikri çok güzel anlatıyor "Çok sevgili Türk kızı, Bir önceki kitapta mevcudiyetimizin ve istikbalimizin yegâne temelinin bir koca bulmak olmadığını anlatmaya çalışmıştım hatırlarsan. O kitapta bana verilen tavsiyeleri hiç uyguladın mı bilmiyorum ama sonunda başıma neler geldiğini gördün. Şunu hiç unutma: sen belli bir yaşa gelene kadar kimileri evlen diye baskı yaparken kimileri de evlenmeni engellemek için elinden geleni ardına koymayacak!Nikâh masasına oturana kadar atlatman gereken çok badire, dahili ve harici çok bedhahların olacak".
Kocan Kadar Konuş Diriliş, yani ikinci filmde; konu tamamen başka bir pencereden işleniyor.
Burada evde kalan kızımız sevdiğine kavuşuyor, damat yakışıklı ve zengin, romantik ve kibar, ev, düğün, gelinlik, her şey bir genç kızın rüyalarındaki gibi :))
Film henüz vizyonda olduğu için senaryoya dair daha fazla detay vermiyorum.
Asıl filmin çok ilgimi çeken başka bir boyutu var, ondan bahsetmek istiyorum.
Bir çekirdek ailenin (karı-koca ve çocuklar) iç iletişiminde kimler söz sahibidir? Eşler bu iletişimde nasıl roller üstlenirler? Çekirdek aileye dışarıdan müdahale edildiğinde ya da geniş aile içinde çocukların tepkileri nasıldır? Kararlar nasıl alınır? Sözün kısası, anneanne, babaanne, gelin-kaynana, kaynana-damat, anne-oğul gibi ilişkiler sağlıklı olarak işler mi? EVLİLİK sadece gelin ve damat arasında mı olur, yoksa iki aile mi birbiri ile evlenir?
Ben filmi izlerken bu bakış açısı ile iki klasik Türk ailesini izlemekten büyük keyif ve değerli dersler aldım.
Size de keyifli seyirler dilerim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)