Bu Blogda Ara

26 Ağustos 2015 Çarşamba

ŞEFKATLİ AŞK



AŞK nedir ? Onurdur AŞK. Gururdur. Mağrurdur.

Örnek olarak Marina ile Ulay ' ın hikayesi. 
Özetle; iki performans sanatçısı olan Marina ile Ulay 1975 tarihinde aşık olurlar ve birlikte çalışmaya başlarlar. 14 yıl süren bu tutkulu aşkın sonunda profesyonel hedefleri olan barış için Çin Seddi' nin iki yakasından yürüyüp ortada buluşma projeleri, Ulay' ın başka bir kadınla birlikte olduğu ve kadının hamile olduğu haberi ile farklı bir amaca daha bürünmüş olur. Bu yürüyüş yapılacak ve Seddi' n ortasındaki buluşma son buluşma olacaktır. Dedikleri gibi de olur.

Şimdi hikayenin asıl kalbe dokunan ikinci yarısına gelelim. Bu buluşmadan 21 sene sonra Marina 736 süren bir performans canlandırır. Performans sırasında Marina yerinde oturarak karşısına gelip oturan kişiler ile sadece bakarak iletişim kurar. Bu sırada karşısına kim gelip oturur biliyor musunuz ? Ulay gelir. İkilinin karşılaşma videolarını paylaşıyorum çünkü bunu sözle anlatamam.

Sadece videoyu izlediğimde hissettiklerimi anlatabilirim. AŞK budur işte. Onurunla, gururunla çekildiğin, cezalandırmadığın, ya benimsin ya kara toprağın arabeskine düşmediğin, kendine ve sevdiğine saygını koruduğun, KENDİ MERKEZİNDE KALIP DENGENİ KORUDUĞUN,  ŞEFKATLİ AŞK budur.

Marina burada Şefkatli Aşk' ın idolüdür.







Kaynakça :  http://listelist.com/marina-ulay/ 

25 Ağustos 2015 Salı

YER YERİNDEN OYNUYOR




Gün geçmiyor ki kendi hayatımda, yakın çevremde, ülke genelinde, küresel bazda yeni bir yalan aşikar olmasın. Astrologların uzun süredir vurguladıkları gibi gökyüzü hareketlerinin etkisi ile deyim yerinde ise, yer yerinden oynuyor. Eski düzen, eski hali ile devam edemiyor. Artık ' kimse görüp bilmediği sürece sorun yok', ' yasak ama canım istiyor' , 'ben aklına düşeni anında yapan (dürtüsel) biriyim' gibi çeşit çeşit özbenliği kandırma cümleleri sana    ' hareketinin bedelini ödemeye hazır ol' diyor. Allah, hiçbir şeyi neden sonuç ilişkisine bağlamadan zuhur ettirmez. Dolayısı ile şu an gökyüzü nedensellik görevini yerine getiriyor. Bu sürecin 17 Aralığa kadar bangır bangır devam edeceği söyleniyor. Ama telepatinin açılması ile, ama sosyal medya kanalı ile, ama itirafla, ama yakalama ile, ama gezegenlerin bastırması ile öyle ya da böyle samimi olmayan duygular, yalanlar, gizli kapaklı işler ortaya çıkacak.


Peki biz ne yapacağız ?
Önce samimiyetle yaptıklarımızdan pişmanlık duyup vazgeçebiliriz. İnancımıza göre tövbe edebiliriz. Dolayısı ile yaptığımız hatalardan ders alıp bir daha yapmamaya niyet edebiliriz.

Deneyimlerimiz, onlardan ders çıkartabildiğimiz sürece değerliler. Ders çıkartıp hareket tarzımızı değiştirirsek bir üst seviyedeki yeni deneyime geçebiliriz. Aksi halde aynı ders, farklı kişilerle tekrar tekrar karşımıza çıkar durur. 


13 Ağustos 2015 Perşembe

ALMA VERME DENGESİ/ SORDUN MU SARI ÇİÇEĞE ?

Dediğim gibi bu yazıyı sabah yazmaya niyet etmiş ve acıyla sarsılıp vazgeçmiştim. Ama sonra Can' ın Hakka gidişini yazdığım yazıyı yayınladığımda en sık okunan 10 yazı arasında, Alma Verme Dengesi' nin olduğunu görünce çok şaşırdım. Bu başlıkta bir yazı yazdığımı hatırlamıyordum. Yazının tarihini kontrol ettim. 10.10.2013 
Bunun bir işaret olduğunu anlayıp ağlamam bitince oturdum bilgisayarın başına. 

Alma Verme Dengesi ilgili çok konuşulur, çok yazılır.  Ben de daha önceki yazımda bunu vurgulamışım, özellikle ilişkilerde bu dengenin kurulması ve korunmasının öneminden bahsetmişim. 

Oysa şimdi bu konuyu başka bir açıdan değerlendirmek istiyorum.

Bu denge, evrenin bütünü içinde bir felsefe olarak ele alınabilir. Şöyle bir felsefe. Bu dünyada herkesin, her canlının diğeri üzerinde hakkı vardır. Sordum Sarı Çiçeğe İlahisi' nde ki gibi duymak istediğimizde evren bizimle konuşur,  iletişim halindedir. Doğal olarak bu iletişimden aramızda alma verme dengesi, hak ilişkisi doğar. Dolayısı ile farketmeden üzerine basıp geçtiğimiz hayvanlardan, yağrağını, dalını kopardığımız çiçeklerle, ağaçlarla, yuvasını bozduğumuz karıncalara kadar hepsi ile hayat içinde eşitlenmek için karşılaşabiliriz. 
Örneğin; canımız istiyor diye bozduğumuz karınca yuvasının karşılığında evliliğimiz dış etkenler tarafından bozulabilir. Çünkü biz bir gün bir yerde bir yuva bozmuşuzdur ve bu bir şekilde bizim yaşamamız gereken bir gerçeklik haline dönüşür. Bu Alma Verme Denge' sidir. Hak yememek girekir. Bu örnekleri kişisel perpektifimiz açısı kadar çoğaltabiliriz.

Neml Suresi 18. Ayet' te bana bu fikri veriyor. 

Tefhim-ul KuranNihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: «Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp geçmesin.



Enerjiler ile ilgili yazıları takip edenler bilirler. Hepsi aman '' helalleşin '' derler. Ben durdum, şu an da döndüm önce kendime baktım. Farkında olmadan kimin, neyin hakkını yiyor olabilirim diye. Bu iç muhasebenin cevabı, yüksek farkındalık yaratır. Ardından Dünya ile başladım helalleşmeye. Balığını veren denizle, sebzesini , meyvesini cömertçe veren toprakla, yağmuru ile toprağı şenlendiren bulut ile, gökyüzü ile, hayatımdan bir vesile ile geçmiş olan herkes ile,  aklıma gelen herkes ve herşey ile ve tabii ki herşeyin kaynağı olan, şekle mana veren Yaradan ile helalleşmeye. 

İşte şimdi Dünya' ya gelen yüksek enerjiler ile benim anladığım hızla gerçekleşen Alma Verme Dengesi budur. 





YANDI YANDI, İÇİM YANDI


Özellikle son bir haftadır, her günüm ne neşeli, ne güzel geçiyordu. İçim kıpır kıpır.  Geziyor, yazıyor, okuyor, meditasyon yapıyordum. Dengede ve verimliydim.

Bu sabah uyandığımda aklımda ' Alma, verme dengesi '  ile ilgili bir yazı yazmak vardı. Hatta cümleler gözümün önünde dans ediyor, hadi bizi yazıya dök, diyorlardı. Yazmadım, yazamadım. Evde yapmam gereken diğer günlük işlerin peşinden koşturdum. Erteledim. Nasıl olsa gün uzundu, daha sonra yazacaktım. Tüm hayat gibi, erteledim.  Sonra kardeşim aradı.

- Abla, Mithat Abi' yi kaybettik. dedi. Sessizlik.
Ben - Sessizlik... Nasıl !...
- Bu sabah, detayını bilmiyorum. Kalp,dediler. Babam cenazeye gidiyor. Sen yetişemezsin. ( Olduğum yer ile cenazenin arası 20 saat )

Telefonu kapattım. Bir hıçkırık. Derin bir ağlayış. Bir şey oturdu içime, ciğerime. En sevdiklerimden biri. Babam mı diyeyim, amcam mı, abim mi, arkadaşım mı, sırdaşım mı?...Mithat Abim, Hak' ın rahmetine kavuşmuş. Hakka gidene, Onunla buluşana sevinilir ama burada kalanın acısı ağlatır. Yani Dünya gözüyle ayrı kalmanın acısı. Geçmiş kayıpların bir an da yanı başına gelmesi, kendini hatırlatması ve yaşanamamışlıkların, ertelenmişliklerin, pişmanlıkların acısı.  İşte, ağlatan, sızlatan, içini dağlayan orası.

Çok yazasım, çok ağlayasım var. 

Son pişmanlıklar için geç kalmayalım, diye şimdilik bu kadarını yazıp paylaşmak, yine dengeye gelmek  istedim.

Hayat bu; her an, herşey olabilir, neşe, hüzün içiçe.


5 Ağustos 2015 Çarşamba

WORCATION


Literatüre yeni giren worcation kelimesi, bana eski laptopa bağımlı yaz tatillerimi hatırlattı. 
Eskiden işe o kadar bağımlı çalışırdım ki, tatile çıkacak tarihi belirleyebilmek bile iş haline gelirdi. Tarih belirlendikten sonra astlara iş devri. Sonrasında tatil başlar ama tatilde işi takip edip, düşünmekten dinlenemeden geri dönerdim. X nesli olan bize, iş için yaşamak öğretilmişti. Gerekirse tatilde bile çalışmak gerektiği içimize işlenmiş bir gizli emir gibiydi. Sorumluluklar her şartta yerine getirilmeliydi.  
Böylece tatilde dinlenemediğim için doğal olarak verimim düşerdi. Mutsuz olurdum. Sağlığım bozulurdu. Yıllar içinde hem yaşam kalitemi, hem iş verimimi düşüren bir kısır döngü başladı. Kurtuluşu, istifa edip, sistemden çıkmakta buldum. 

Şimdi değişen dünyada, çalışma şeklide değişmeye başladı. Önce danışmanlık yapanların cafelerde laptopları ile çalıştıkları, gerekirse toplantıları oralarda yaptıklarını, zaman zaman iş mülakatlarının cafelerde gerçekleştiğini gördük. 

Worcation, bu durumu gelişen teknoloji ile birlikte bir adım daha ileri götürüyor. Çalışırken tatilde gibi rahatlayın, diyor.  :)) İnsanı, işin önüne çıkartıyor ve nihayet, insan için iş kavramını , yaşam kalitesinin verimliliğinin ön koşulu olduğunu vurguluyor. 

Detayları bu ay ki @VOGUE  sayısında @Zeynep Yapar' ın yazısında bulabilirsiniz. 






4 Ağustos 2015 Salı

TESLİMİYET


Seninle ilgili sonsuz soruların cevapları içimde. Tıpkı Adem ve Havva gibi tek bütünün iki yarısıyız. 
Az önce anladım ve teslim oldum. Tıpkı tüm nasıl, neden ve niçinlerden vazgeçip Allah' a iman ettiğim gibi sana olan sevgime, akıl gözümü kapatıp gönül gözümle teslim oldum. Seni çok seviyorum. Her nefesimde seviyor ve özlüyorum.

Ne gaflet, tabii insan tuzağa kolay düşüyor. Tam hislerimi bu minvalde toplamışken,  ertesi gün diyorum ki sana hadi bana ne hissettiğini söyle. Kendi yangınım öyle büyük ki sanki sende yandım dediğinde sakinleşeceğim.
oysa sorumun cevabı yaşandı ve o an da asılı kaldı.

Gözgöze içiçe olduğumuz an, tüm sorular cevaplandı.

Çok seviyoruz bizi. Ne bir eksik, ne bir fazla. Aynı yangının içindeki iki kor gibiyiz. Biriz aşkım. Tevhiddeyiz. ayrılıklar bizim zihnimizde.

Bana baktığında ne gördün aşkım ?

Güzel miyim?

İnsan yüzü, ne düşünüyorsa onu yansıtan bir aynadır. 

Sevgiyi gördün mü yüzümde?  Bendeki senin güzelliğini gördün mü yüzümde? Ben gördüm birtanem. Gördüğüme aşık oldum. 

Bir koku var. Tıpkı bir çiçeğin kokusu gibi, hani benden aldığın koku ve tat var ya işte o, aşkın kokusu. Bizim kokumuz, bizim tadımız.Aynı et ve aynı kemiğiz. Birimizin yaptığı şeyi kesinlikle diğerimizde yapıyor. Bu yüzden birimizin gördüğü rüyayı yarın diğeri anlatıyor. Korkumuz, kavgamız, savaşımız, aşkımız bu yüzden. Öyle ezber bozan, öyle büyük bir aşkın içine düştük ki, neye düştüğümüzü anlayamadık. Korktuk. Çünkü bilmiyorduk. Kontrolümüzü kaybediyorduk korktuk. Ben çok akıllıyım ya,  korktukça akıl oyunlarına sığındım. İlk defa itiraf ediyorum. Çoğu zaman ters psikoloji uyguladım. Hani sen hayır denileni yapmak için hırslanırsın ya, bende yapmanı istediğim şeyler için hayır dedim. Ama çoğu zaman ters tepti.
Çünkü biz ezber bozandık. Ben bilemedim.

Epeyce düşündükten sonra sana nasıl davranmam gerektiğine karar verdim. Çok güZel bir ilahi var.


Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi? Ben senden razıyım aşkım. Buna göre davranacağım. Ateşkes ilan ediyorum. Korkularımı, kırgınlıklarımı, kızgınlıklarımı hepsini silip attım. Sevgi güveni içinde barındırır. Seni sevdiğim kadar güveniyorum sana.
Yeryüzünün ve gökyününün tüm askerleri ile senin gönlüne sefere çıktım. Öyle bir seferki ömür boyu süren bir sefer. Önce güven kalesi.
Güven bana aşkım, her zerrenle güven.
Senden bir daha asla vazgeçmeyeceğim  çünkü kendimden vazgeçemiyorum. Biz, biriz.

Senaryonun muhteşem yazarı, herşeyi tam zamanında gerçekleştirir. 









1 Ağustos 2015 Cumartesi

ÖZGÜRLÜK ELİMİZDE


İnsan, hayatta iki şeyden pişman olur.



1) Yaptıklarımızdan,

2) Yapmadıklarımızdan.



Yapmadıklarımızdan, yapmayı ihmal ettiklerimizden biri de;  affetmek. Helalleşmek ve kendimizi özgür bırakmak. Yani yüklerimizden kurtulmak. 



Kurduğumuz ilişkiler sırasında, çeşitli haklar doğar. Ama önemsemeyiz, helalleşmeyi ihmal ederiz. 'Ölüyor muyuz?' deriz. 'Bana haksızlık etti, hakkımı helal etmem.' deriz.



Affetmeyiz. Yaşamımızdan geçen kişiler ile bağlarımızı sıkı sıkı tutmaya devam ederiz. Affetmeyerek, helalleşmeyerek kızgınlıklarımızı, kırgınlıklarımızı yanımızda, hayatımızda taşırız. 



İşte bunlar bizim üstümüzde yüktür. Özgürlüğümüzü kısıtlar.



Olayların anlamı, bizim onlara yüklediğimiz duygularla ortaya çıkar. Yani seçimlerimizle. 



Özgürlüğü seçmek elimizde...



İstersek özgür olabiliriz.