Bu Blogda Ara

29 Kasım 2014 Cumartesi

TUĞÇE KARANLIĞIN İÇİNDE BİR IŞIK OLDU


Adem, dört maddeden yaratıldı. Sert, kolay ufalanmayan toprak, toz haline getirilip su ile karıştırıldı. Toprak ile su karışımı yoğurularak insan biçimine geldi. Bu her dokunuşta şekil değiştiren dayanıksız figürün, dış kabuğu ateş ile kurutuldu. Figür tamamlanmış gibiydi ama çok ağırdı. Hafiflemesi için göğsünden bir parça alındı ve buraya hava dolduruldu. İnsan;  toprak, su, ateş ve hava elementlerinin birleşimi ile oluşmuş oldu. 

Allah, ona ruh üfledi. Bu ruhun kaynağı ilahi olduğu için de vücuttaki dört element ahenkli bir biçim kazanarak bütünleşti. Bu ahenkte meydana gelebilecek bir bozulma durumunda dört element yerinden ayrılır, ruh bedeni terk eder ve kaynağına, yani bizzatihi Allah' a döner.

Bu elementlerin fonksiyonlarını kaybetmeleri doğal ve gizemli dediğimiz iki şekilde meydana gelir. Doğal fonksiyon kaybı dört farklı ölüm biçimine neden olur. Eğer vücut bir yaralanma neticesinde kan kaybederse su elementi azalmış olur ve sonuç ölümdür. Eğer birinin boğazı sıkılırsa ya da bir şekilde nefes alamazsa hava elementinden mahrum kalarak boğulmuş olur. Eğer donarsa ateş elementinden mahrum kalmıştır. Eğer vücudu bir şeye çarparak parçalanırsa da toprak elementi dağılmış olur. Ölüm gerçekleşir.* Alamut Kalesi 

Allah, ruh ile bütünlediği insana yaşam verdi. 

İnsan, Dünya' ya yayıldı ve yaşadı. 

Bugün 23 yaşında bir genç kızın yaşamı, insanlığı onurlandırarak sona erdi.  Tuğçe, 2 Alman kadını tacizden kurtarmak uğruna hayatını feda etti. 
Bir insan, ruhunun, insanlığının hakkını verdi. İnsanca tavrı, cesareti Onu bildiğimiz Dünya' dan aldı. 

Tuğçe,  karanlığın içinde bir ışık oldu. İyilikten, saflıktan, cesaretten yana ne varsa bir kez daha Dünya' ya kendini gösterdi ve sesini duyurdu. 

http://www.evrensel.net/haber/98554/almanya-tugceye-agliyor

Küçücükte olsa dilimin döndüğünce ben de buradan Tuğçe' ye teşekkür etmek, rahmet dilemek, insanlık uğruna ' hakkını helal et ' demek ve ailesine başsağlığı dilemek istiyorum.







26 Kasım 2014 Çarşamba

UBUNTU

Bir soru sorarsın, sorunu boşluğa bırakırsın. Sonra cevap yerinden kalkar gelir, önünde dimdik durur, gözlerinin içine bakar.

Anlarsın, sesini bir duyan var. Anlarsın, yalnız değilsin. Anlarsın, BİR' sin.

Bugün bana gelen cevabı sizlerle paylaşmak istiyorum ki, paylaştıkça çoğalalım. BİR' leşelim. BİR olalım.


Bir gün Afrika' da bir antropolog, bir grup çocuğu yanyana dizerek karşıdaki ağaca kadar koşmalarını, en hızlı koşup ağaca ilk varanın, ağacın altındaki tüm meyveleri alacağını söylemiş.

Çocuklar elele tutuşarak koşmuşlar. Aynı anda ağacın altında olmuşlar ve keyif ile hep birlikte meyveleri yemişler.  :)

Antropolog şaşırarak ne yaptıklarını sormuş.

UBUNTU yaptık demişler. Yarışsaydık sadece birimiz kazanacaktı, diğerleri açken sadece birimiz nasıl mutlulukla yiyecekti meyveleri ?

UBUNTU : Afrika'da ' İnsan ancak başka insanlar aracılığı ile mutlu olur.' diyen hümanist bir felsefe.

BEN, BİZ OLDUĞUMUZ ZAMAN BEN' İM...

Materyalist yapımız içinde, doğal olanın bozulup, anormal olanın normal sayıldığı bu düzende ütopik gibi görünen, imkansızlıklar içinde doğan bir felsefe...

Bu felsefe,  ' İnsanlıktan hala umudum var.'  dedirtiyor insana...



10 Kasım 2014 Pazartesi

BİRLİĞİN LEZZETİ



Çakıl taşları ile bezeli bir sokakta  ayağımı sürüyerek yürüyorum ağır aksak.
İstiyorum ki düşündüğüm kuyulara ineyim, orada  kuyunun en dibinde, kimsenin dokunup bulamayacağı o kör karanlıkta kalayım.
Sonra bir korna sesi olmuyor, çıkıyorum kuyudan.
Gözlerim açık ama sadece gölgeleri görüyorum. Öylesine yoğun bir uğraş var ki içimde, bir meydan savaşı kimseyi fark edemiyorum. Sonra yine  kuyuya inmeye başlıyorum . önce onu görüyorum annemi, kuyunun başında
dikkat et kızım, düşersin diyor. Bana bir şey olmaz anne diyorum,
karanlık çoğalırken nefesim sıkılaşıyor inmeye devam ediyorum. Az sonra köpeğimi görüyorum. Mavi gözleri ile konuşuyor benimle.  Çok korkuyormuş bensiz. Kuyuya inişimde yanımda olmak istiyormuş.
Olmaz, beni burada bekle ama sakın beni bırakma diyorum. Oysa ben seni bırakmayacağıma söz veremem, tutamayacağım sözleri veremem ki, olsun  diyor, kuyunun başında kalıyor. Kuyu
derinleştikçe nefes almak daha da zorlaşıyor. Ayaklarımda bir serinlik hissediyorum. Su. Ayağım suya değiyor, su soğuk. Ürperiyorum ama aynı zamanda güven verici. Suya batmaya başladıkça, nefesim kesildikçe burası annemin rahmi olmalı diye düşünüyorum. Islak,serin ve güvenli.
Ve tamamen suyun içindeyim. Köpeğim beni izlemeye devam ediyor. Suyun içine
bakıyor, mavi gözleri, seni burada bekleyeceğim diyor. Biraz
korkuyorum, yalnız devam edebilir miyim ? Acaba daha derinde su var mıdır yoksa yine kuraklık mıdır ? üşümeye başlıyorum. Neresi burası, rahim değil mi, korunak değil mi, nereye düşüyorum ben ? yukarı çıkmak istiyorum, çıkamıyorum, köpeğime seslenmek istiyorum, ağzımı açınca su boğuyor beni, çok su, boğuluyorum. Artık karanlık üstüme yapışıyor.
İstesem de çıkamıyorum, onu da göremiyorum. Ağırlaşıyorum. Su içimi dolduruyor. Dibe çöküyorum. Çöküyorum. Bayılmak bu mu, yoksa ölüm dedikleri mi ? ciğerlerim mi patlayacak ? hep beni arındıracağını düşündüğüm su, nefesimi mi alacak. Düşünmek istemiyorum. Suyun kafamı doldurmasını istiyorum. Düşünmüyorum. Gözlerimi açık tutmaktan vazgeçiyorum. Kapatıyorum, teslim oluyorum, tamam diyorum seninim, o
sırada bir el hissediyorum omzumda, sakin ol diyor. Sıcak elini elime indiriyor, elimi tutuyor, başımı göğsüne yaslıyor. Kimsin diyecek gücüm yok. Beraber düşmeye devam ediyoruz , ayaklarım yavaş yavaş kuruluk hissediyor, suyun dibinde ki o kuraklığı hissediyorum. Su bitiyor. Ben yorgunum, onun göğsünde huzur buluyorum. Dinleniyorum.
Yeterince güç hissedince gözümü açıyorum, O Benim.
Beni aşağı çeken, belki bin diyardan geçiren, düşüren kaldıran benim  ve bir kez daha birliğin lezzeti ağzımda uyanıyorum.

11.11.2014 MUCİZELERİN GİRİŞ KAPISI



Rahmetli  babaannem  dua okur, sonra suya üflerdi. Bu suyun bize iyi geleceğini söyler, içirir, bazen şişeye doldurup evimize gönderirdi. O da pek çok eski  zaman insanı gibi bilgeydi.
Yıllarca büyüklerimizden gördüğümüz bu uygulamayı  Dünya Dr. Masaru Emota' dan öğrendi.
Emoto' nun iddiası “İçinde su olan şişe, üstüne yazılmış veya sözel söylenmiş olan sözcükler, düşünceler, suya çalınmış olan müzik veya oynatılmış film ile suyun yapısal özelliğinin değiştiği idi.”  Bunu da çeşitli deneyleri ile kanıtlamış, çalışmalarını 'Sudaki Mucize', 'Suyun Bilinmeyen Gücü', 'Sudaki Gizli Mesajlar', 'Su Müzik Dinliyor', 'Aşkın Şekli' adlı kitapları ve 'Ne Biliyoruz ki?' isimli filmle  tüm dünyaya duyurmuştu.
Emoto, 17 Ekim 2014' te, 70 yaşında Dünya' yı terk etti.
Ondan bize kalan miras, aslında hediye, SU deneyleri sayesinde öğrendiğimiz şu muhteşem bilgi: Kalbimizde ve zihnimizde barındırdığımız tüm düşünceler, gerçeği etkileme ve değiştirme gücüne sahip.
11.11.2014 Barındırdığı 1 diziliminden dolayı MUCİZELERİN GİRİŞ KAPISI  olarak tanımlanıyor. Hele bir de bu tarihe saat 11:11 ' i eklersek kapılar sonuna kadar açık diyebiliriz. 


Benim mucizem, sükut ile içe konuşulan sözlerin ilgili gönüllerde duyulması.
Sevgi ile, Sevgili ile kalalım.

12 Temmuz 2014 Cumartesi

ZAMAN İÇİNDE YÜRÜYEBİLİRSİN


Aklımda bir  türkü, Maveraünnehir' den akıp gelen bir ağıt.
Yapacak çok iş var. Denemek istediğim yeni kurabiye tarifi, okumak istediğim sayısız kitap, yazmak istediğim yazılar, seyretmek istediğim filmler, söylemek istediğim sözler, bakmak istediğim gözler...
Ada ne güzeldir şimdi. Yemyeşil, cıvıl cıvıl, dalga sesleri bir yanda, akşam yakamoz.  Adalara gitsem. Sonra haftasonu için şehirdışı gezileri. Kültür turları, doğa turları.
Yazlık sandalet alsam, bir kaç tane de yeni elbise.
Yapacak ne çok şey var madde dünyamda.
Oysa paylaşılacak ne çok sevgi, söylenecek ne çok söz, edilecek ne çok dua, yarım kalmış ne çok hayat var maneviyatımda.
22 Kasım 2013' te Yarım Kalmış Şeyler İçin Küçüktür Evren başlıklı bir yazı yayınlamışım. Bir kez daha okudum şimdi ve döngüsel zaman içinde tekrar aynı noktaya döndüm. Gelecek gibi geçmiş de şu anımı etkiliyor. Her ikiside çağırıyor beni. Zaman içinde yürüyerek, zihnini kalıplardan çıkartıp serbest bıraktığında geçmişe dönebilir insan. Geçmiş anılarını değiştirebilir. Sadece algı seviyemiz ile ilgili bu durum. İsterseniz küçük bir deneme yapın. Kısa bir süre için sessiz bir ortamda yalnız kalıp geçmiş bir anınıza dönün. Tüm gerçekliği ile o anı gözünüzün önüne getirin ve anı şifalandırın. Anı olmasını istediğiniz şekilde canlandırın. Tüm detayları görün, zihin ile bedeni birleyerek o anın duygusuna, görüntüsüne teslim olun. Doyduğunuzda açın gözlerinizi ve günlük hayatınıza geri dönün. Serbest bıraktığınızda her şey düzelir.Ve eğer yarım kalan, tamamlanmasını istediğiniz bir anınız varsa kendiliğinden tamamlanır. Çünkü siz onu az önce farklı bir alemde tamamladınız. Yarım kalmış şeyler için küçüktür evren, yarımları tamamlayarak bütünlenelim.

Geçmişini şifalandırdığında, bugününde şifalanır.
En güzel şifa da; KENDİNİ BAĞIŞLAMAKTIR... Bulunduğun an içinde kendini bağışlamak, tüm zaman dilimlerinde şifalandırır seni.

10 Temmuz 2014 Perşembe

ÖZGÜRLÜK REÇETESİ

Bir bebek özgürdür. Çünkü henüz geçmişin ağırlığını ve geleceğin kaygısını yaşamadan, herhangi bir role girmeden olduğu gibi yaşar. Bu yüzden özgürdür.

Biz ise; yüklerimiz ile yaşarız. Bu yüklerin büyük bir kısmı alışkanlıklarımız yani bağımlılıklarımız ile ilgilidir.

Bağımlılıklarımızdan kurtulmak için neler yapabiliriz ?

İçki, sigara gibi sağlığa zararlı konularda çeşitli bağımlılıktan kurtulma çalışmaları var. İnsanlar bu çalışmalarda birbirlerine destek oluyorlar. Ancak bu bağımlılıklardan başka, ilk bakışta sağlığımızı etkilediği belli olmayan oysa depresyondan psikosomatik hastalıklara kadar bünyemizde pek çok rahatsızlık yaratan  farklı bağımlılığımız daha var. Örneğin; anılara olan bağımlılıklarımız, insanlara olan bağımlılıklarımız, ilgiye olan bağımlılığımız vs.

Bağımlılıktan kurtulma
reçetesi örneği :

1- Bağımlılıktan kurtulmaya hazır ve istekli olmak,
2- Manevi desteğe sığınmak,
3- Eski alışkanlığın yerini alacak başka bir alışkanlık edinmek.( Çivi çiviyi söker, bu yaklaşımın halk dilindeki adıdır. )
4- Arkadaşlar tarafından kişinin bağımlılığından kurtulması konusunda cesaretlendirilmesi ve teşvik edilmesi, hatta kişinin kurtulma konusunda kararlı olması için arkadaşların baskıcı davranması,
5- Benzer bağımlılıktan kurtulmuş bir arkadaşın yakın desteği, koçluğu, deneyimlerini paylaşarak yol göstericiliği,
6- Yol gösterici kişinin, bağımlı olan kişi ile olan özdeşliği, benzerliği bu desteğin gücünü arttıracaktır. Buna olumlu rol model, aynalama da diyebiliriz.
7- Moral durumunu yüksek tutarak, yeni bir doğuş için eskinin ölümüne izin verecek gücün sağlanması,
8- Kişinin yaşadığı bağımlılıktan dolayı hissettiği utanç, pişmanlık gibi olumsuz tavırlardan vazgeçip olumlu, umut dolu bir tavrın benimsenmesi,
9- Küçük zaferleri kutlamak,
10- İlerlemeden tatmin olun,
11- Spor yaparak farklı hormonların aktif olmasını sağlayın. Spor sizi hem meşgul eder, hem de farklı hormonel aktivite beyninizin farklı alanlarının çalışmasını sağlar.
12- Bağımlılıktan kurtulmanın bir süreç olduğunu ve bu sürecin ulaşılabilir olduğunu kabul etmek.

Yaşasın özgürlük...

10 Haziran 2014 Salı

BİR


İki gönül BİR olduğunda, Tevhid olur. Birlik olur. İki gönül Bir olduğunda bunun adı; kutsal emanet olur. İki insan kendi gönül rızası ile diğerinin gönlüyle eşleşmeyi, Bir olmayı, emaneti kabul etmiştir. Öyle bir kabul ki, her gün, her sn. bildiğimiz tüm zaman dilimlerinde, yerde ve gökte ve ikisi arasındaki her yerde bu iki insan için  birlik vardır artık. Biri ekşi yediğinde, diğerinin dişi kamaşır. İki can bir olmuştur. Zamandan, mekandan bağımsız birbirine sarmal olmuş iki can. Birbirine kurban olmaya gönüllü olmuş, kaderleri birbirine yazılmış iki can.

Kızlar bu yüzden evlenirken, Cennet toprağı diye anılan kınayı yakarlar ellerine. Kadınlığa yürürken toprakla sıvanır, toprakla kutsanırlar. Kınanın etrafında yanan mum, erkeğin enerjisini yansıtır.
Erkek, bu kutsanmış kadınla olacak olan birlikteliğinde onu  güneş gibi ısıtacağına,  sarıp sarmalayıp koruyacağına and içer.

İşte ilahi AŞK' a giden yolda insana yakışan aşk budur. Kutsanmış birlikteliğin sonsuz saygı, şefkat, güven içindeki huzuru. 

Böylece insan olmanın onuru hücrelerimizde gezer, alnımızdan dışa doğru yansırken vaad edilen Cennet' te buluveririz kendimizi.  Beden mezarından çıkmış, özgür iki ruhun aşkı budur.

Cennet' te yaşamak umuduyla...




17 Mayıs 2014 Cumartesi

KALBİM KANIYOR


Çocukken, annemin kırdığım vazosu geliyor aklıma. En sevdiği vazoyu kırmış sonra korkudan titreyerek yapıştırmıştım. Çocuk aklı işte. Annem görür görmez anladı tabi vazonun kırıldığını. Üzüntüm kızmasına engel oldu. Ağlayarak özür diledim ve vazoyu çöpe attım. O günden beri kırık hiçbir eşyayı tutmam evde. 

Eşyayı at çöpe kurtul. 


Peki ya kırık kalpler ?

Ah ülkem, ah. Kalbimiz kırık. 

Yaşanan kayıplar öylesine derin kırıklar bıraktı ki her an kanama geçirebiliriz.

Ta ki, sorumlular sorumluluğu kabul edip, ruhi dansözlükten vazgeçip çıkıp özür dilediklerinde,
gözümüzün içine bakarak özür dilediklerinde sonra adil bir şekilde yargılanıp cezalarını çektiklerinde yani adalet yerini bulduğunda ve bu kara elmas madenleri için insani, kalıcı çözümler üretildiğinde kanamamız bir nebze olsun durabilir. 

16 Mayıs 2014 Cuma

MUCİZELER GERÇEKLEŞİYOR.


Korku nedir ? Bir frekanstır aslında, vesvesedir.
Kaynağı, endişedir.

Neden endişe ederiz ? Çünkü güvenmeyiz. Bugüne güvenmeyiz. Yarına güvenmeyiz hatta düne bile güvenmeyiz. Kendimize güvenmeyiz. Biz aslında özünde  Yaradan' a teslim olamadığımız için Ona güvenmeyiz. Bu yüzden ' Sana şah damarından daha yakınım' demesine rağmen dışarıda bir yerlerde ilahlar (para, aşk, evlat, spor, siyaset vs.) arar, Onlara tapınmaya çalışırız. Yer Tanrıları arar, onlara inanır, el etek öperiz. Oğullar, kızlar, aşıklar, karılar, kocalar, şeyhler, hocalar, başkanlar, müdürler, patronlar... say sayabildiğin kadar. İhtiyacımız olan güç içimizde olduğu halde bağlanacak dış güçler ararız. Kula kul olduğumuzu görmeden yaşarız.  Atatürk, Gençliğe Hitabesi' nde ne güzel vurgu yapıyor bu konuya. ' Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. '

Öz' e güven, kendine güven.

Dünya hızla değişiyor. Değişen Dünya' da isteklerimiz, sanrılarımız, zanlarımız, korku ve endişelerimiz kısacası bilincimizin üstünde ve altında olan birikintilerimiz hızla gerçekleşmeye başlıyor.

Farkındalığını geliştirip kendini kontrol edebilen herkes, yaşamında gerçekleşmeye başlayan mucizelere hazır olsun.

' Tesadüf değil, yankı vardır. ' Nusret Kaya





15 Mayıs 2014 Perşembe

KENDİMİZE DÜRÜST OLALIM, İÇİMİZDE BİR SEVGİ SELİ Mİ YOKSA ZORBA SESİ Mİ VAR ?

14 Mayıs' tan itibaren DOLUNAY girmiş AKREP burcuna...

Ülkem girmiş SOMA' DA yaşamını yitiren KARDEŞLERİMİZİN YASINA...


Sözler kifayetsiz. Paylaşarak çoğalan tek şey sevgi iken, acılar paylaştıkça azalır mı ?

Buradan İstanbul' dan evimizde, rahat koltuğumuzda otururken duyduğumuz acı, babasını, kardeşini, oğlunu, kocasını, sevdiğini, canını kaybadenin acısını azaltır mı ?

Yapacağımız maddi yardımlar, maddi evlat edinmeler vs. acıları azaltır mı ? Gidenin asla geri gelmeyeceği bir düzende kalanı korur mu ?


Hele ki, böyle bir zamanda HÜKÜMET TEMSİLCİLERİNİN yaptıkları açıklamalar, olaylara insanlara yaklaşımları acıyı azaltır mı, çoğaltır mı ?


İnsanlığın erdemini yaşamak bu kadar zor mu ? Erdem ne mi ? O çizmesini sedyeyi kirletmesin diye çıkartmak isteyen KARDEŞİMİZ var ya, daha sonra yapılan röpartajda ' Devlet malına zarar vermiyeyim' dedim, diyor. Ah be kardeşim, senin gönlün aydınlamış kömür karasının içinde. 


http://www.hurriyettv.com/yasam/insan/iste-cizmeleri-cikarayim-mi-diye-soran-o-madenci_40967



Dün gece, Belediyelerin tüm etkinliklerinin iptal edilmiş olmasına rağmen Kadıköy Belediyesi Kozzy' de bir seminere ev sahipliği yaptı. Brahma Kumaris' in  organize ettiği Seminer, Yogi Didi Sudesh tarafından verildi.

Didi, sevgi elçisi bir Hindu. Konuşmasına Soma' nın yüreğimizi dağlayan acısını paylaşarak başladı. Yaklaşık 2,5 saat boyunca kavganın, kaygının, kırgınlığın, korkunun, kızgınlığın dışarıda kaldığı bir pencere açtı bize. Bu pencereden baktığımızda; 


  • dürüst bir kalbe sahip ruhun güçlendiğini, 
  • bu güçlü kalbin başkalarının duyduğu acılara karşı hissettiği hassasiyeti,
  • zihnin kalabalığında, meşguliyetinde huzur yaratabilirsek dünyamızın huzura kavuşacağını, aslında dışarıda gördüğümüz kavganın içimizin yansıması olduğunu, 
  • sessiz ve sakin kalarak düşündüğümüzde vereceğimiz kararın bütünün hayrına olacağını, 
  • bedenin ateş ile yandığı anlarda ruhu sakin tutmanın ne büyük bir erdem olduğunu, 
  • yaşadıklarınla ettiğin kavganın kendini tekrar tekrar yaralamak olduğunu oysa bir sefer gerçekleşen olayın sende yarattığı duyguyu serbest bırakarak, af ederek, kendini ve gerilimi yaşadığın kişiyi özgür bırakabileceğini, böylece çatıştıkça kopacak olan bir ilişkiyi kopmadan kurtarabileceğini,
  • içimizdeki tüm iyilikleri  cömertçe ortaya koyduğumuzda hem kendimizi hem de çevremizi şifalandırabileceğimizi, 
  • tıpkı bir çocuğu daha yüzünü görmeden rahimdeyken sevmeye başladığımız gibi tüm dünyayı sevebileceğimizi, sevginin ardından merhametin, saygı ve özverinin geleceğini gördük.

İnsan olmanın, ortak değerleri vardır. Bu değerleri ister bir yogi, ,ister bir sufi vs. anlatsın yollar hep aynı kapıya çıkar. Sen Allah' ı aradığında her yol Allah' a çıkar. 

 Bakara  115  
 
Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.

Kıblen Allah olduğunda gönlünün, özünün, sözünün bir olması gerektiğini bilirsin. 



İstediğin kadar inançlıyım de.
Namaz kıl sadaka ver.
Umut verip güven aşılayarak yarı yolda bıraktığın kişinin gönül sadakasını iki dünyada da ödeyemezsin...
Hz. Mevlana

Şimdi içimize dönüp, kıblemizi içimize çevirdiğimizde önce gönül dergahımızı şifalandıralım. Sevgi öyle bir yayılsın ki gönlümüze huzur sarsın hücrelerimizi. Zihnimiz, Bakire Meryem gibi sormaktan sorgulamaktan vazgeçip teslim olsun. Teslimiyetin tadını çıkartalım. Ve sevginin şifalandırıcı gücü önce içimizi sonra dışımızı, oradan dünyamızı sarsın. 

Gönül öyle yol geçen hanı değil, dergahtır. Paldır küldür girip çıkılmaz, günahtır ! Hz. Mevlana 
Hep beraber sevaba girelim.

Bırakalım yakıp yıkanları, biz dergaha girelim. İçimizi temizleyelim. Allah izin verirse, bir başka yazı da Gandi' nin pasif direniş öyküsünü ve bu öykünün sonunda Hindistan' ın sömürülmekten kurtuluşunu anlatacağım. 

Dergah' a girmenin edebi nedir derseniz, https://www.facebook.com/mavireceteplatform?fref=ts linkinden bu kuralları görebilirsiniz. Bu vesile ile 99 gün Yalova' da canlar hiç durmadan sema yapacaklar. Dönelim yoksa düşeriz.

Sonsuz şükran ve sevgilerimle,

Aşk olsun, HU !


Hz. Mevlana,

Brahma Kumaris,

Didi Sudesh,

Ayşegül Delikaya


http://www.meditasyonyapalim.com/

https://www.facebook.com/mavireceteplatform?fref=ts







4 Mayıs 2014 Pazar

MİRDAD KUNDAKTAKİ ERMİŞ 2

Mirdad' ın nefes kesici cümlelerinden birkaçı daha;

** Rehber, yol arayanlara yol gösterebilir ama onları o yolda
yürümeye zorlayamaz.
** Ayağınıza takılan her taş için, sizi bir uyaran vardır. Uyarıcınızın söylediklerini okuyun ve anlayın. İşte o zaman ayağınıza takılan her taş, bir kandile dönüşür.
** İnsanlara verdiğiniz vakit, bilin ki onlar için size emanet edilen şeyi veriyorsunuz.
** İnsan imkansızı, yani elbise yükünden kurtulmayı istediğini, ancak elbiselerinden vazgeçmek istemediğini ve hiçbir elbisesini çıkarmadan çıplak kalmak istediğini gösteriyor.
** Çelişkili kalp, çelişkili bir dünya yaratır.
** Gerçeğin tohumları her insanda ve her varlıkta gömülüdür. İşimiz, gerçeği ekmek değil, onun gelişmesi için uygun şartları hazırlamaktır.

MİRDAD KUNDAKTAKİ ERMİŞ 1


' Alçakgönüllü olduğunda bilinmeyene açık olabilirsin. İnsan cehaletinin farkında olmalıdır. Her zaman bilinmeyen bir şeyler olduğunu bilmelidir. Sadece uçsuz bucaksız bilinmeyen seni alçakgönüllü yapabilir. ' diyor Osho. Bizim kültürümüzde de özde aynı anlama gelen  ' Kul konuşur, kader güler, Gökte yazılan yerde bozulmaz, Takdirle yazılan tekbirle bozulmaz ' gibi sözler var. Hangi kültürde olursa olsun, insani hakikatler aynı olduğundan bu farklı cümlelerin hepsi bize, bizim irademizin üzerindeki mutlak gücü anlatıyor. 
Bende bugün Allah' ın mutlak gücüne koşulsuz teslim olarak bambaşka bir günlük plan yapmışken kendimi bambaşka bir gün yaşar halde buldum. Ve işte burada, evde bilgisayarın başındayım. 

Bu vesile ile bir solukta okuduğum Mirdad' ı anlatmaya çalışacağım. 

Mirdad' ın yazarı, 1889' da Lübnan' da doğmuş olan Mihail Nuayme. Nuayme bir süre, varlığın gerçeğine inebilmek için denizin dibindeki dalgaları, inzivaya çekildiği bir mağaranın içinde aramış. Bence bu yöntem oldukça işe yaramış olmalı ki Mirdad doğmuş.

Mirdad' ın olaylara yaklaşımı, kullandığı cümleler yani kişiliği öylesine etkili ki,
umarım küçük bir özetle, dimağınızda bir parça lezzet bırakabilirim.

Hikaye, As ve Lübnan dağlarının ' Sunak ' diye bilinen yüksek tepesi üzerinde ' Gemi ' diye anılan terk edilmiş, parçalanmış bir heykelin çevresinde yaşanıyor.

Büyük Tufan' dan birkaç sene sonra, Nuh ve adamları dağın eteğindeki bereketli topraklara  yerleşmeye karar veriyorlar. Uzun bir süre bu bereketli topraklar üzerinde hep birlikte yaşadıktan sonra Nuh, ölümüne yakın oğlu Sam' i yanına çağırarak ona vasiyette bulunuyor. Bu vasiyete göre, insanların Tufan' dan yüzyıllar sonra, kendilerinin bir parçası oldukları imandan doğan yeni hayatı hatırlamaları için Sam  dağın en yüksek tepesine bir sunak yapacak ve bu sunağa gerçeğine oranla çok daha küçük boyutlu olan bir gemi heykeli yapacaktır.
Heykel geminin içinde ' Gemi Arkadaşları ' ismi ile anılacak 9 kişi olacak, bu 9 kişi gemiden asla çıkmayacak, tıpkı Nuh' un gemisinde yaşandığı gibi münzevi bir hayat yaşayacaklardır. Bu kişiler asla beden zevklerine önem vermeyecek, daima iman ateşinin yanması için çalışacak ve dua edeceklerdir. Aralarından birinin ölmesi halinde kapı çalınacak ve yeni bir gönüllü arkadaş aralarına katılacaktır. 

Vasiyet yerine getirilir ve düzen Nuh' un istediği şekilde oluşturularak korunur. Birkaç asır sonra Gemi' ye verilen bağış, altın vs. arttıkça arttığı bir dönemde 9 arkadaştan biri ölür ve bir süre sonra garip bir adam çıkagelir. Bu adam açlıktan zayıf düşmüş, yaralı ve bitkindir. Gemi' nin kaptanının adete göre ilk gelen kişiyi kabul etmesi gerektiği halde, kaptan bu adamı içeri almak istemez. Hatta istememekten öteye bu yabancıya karşı kızgınlık ve nefret duyar. Onu kovar. Ancak yabancı yalvararak değil, hakkı olanı isteyen bir tavırla içeri girmeyi ister ve uzun bir tartışmanın sonrasında arkadaş olarak değil, hizmetli olarak gemiye kabul edilir. Böylece gemide ilk defa 8 arkadaş ve 1 hizmetli olur. Bu şekilde tam 7 sene geçer. 7 sene boyunca hizmetli her işe koşar ve hiç konuşmaz. Hizmetli yani MİRDAD, bir gün konuşmaya başlar ve bu konuşma Gemi için bilinen dünyanın yıkılıp yeni bir dünyanın doğduğu gün olur.

Kitap, 237 sayfa ve altını çizdiğim çok fazla cümle var. Şimdilik bir kısmını paylaşacağım. 


** Kim sırtını bir yere dayarsa, o yere dayandığı ölçüde onun esiri olur.
** Sizin iradeniz, her nefesinizde, her sözünüzde, her arzunuzda, her düşüncenizde ve her işinizde gizlidir. Sizden gizli olan her şey, bilin ki, külli iradenin bilgisi dahilindedir. 
** Yola çıkarken yanına azık alma. Teslim ol. Yolcusunu doyurmayan yol, gidilmeye değmez.
** İnsanlardan ve eşyalardan istedikleriniz, kendinizden istediklerinizi belirler. 
** Kötü bir kalpten çıkan kötü bir arzu, sonunda mutlaka o kalbe geri döner. 
** İnsan tek düşünce, tek kalp, tek bedenli ve gölgesinden kurtulup tek iradeli olmadıkça, bir ayağı ile cennette diğer ayağı ile de cehennemde ayakta durmaya devam eder.
** Ölümle beslenen, ölüme yem olur. Başkalarının  acıları üzerinde yaşayan da acılara av olur. 
** Kısmet, insanın ayağına gelir. Şanstan ümidini kesme.
** Sev ki görülmeyeni göresin.
** İnsanın tek şerefi, Tanrı' nın konuşan yüzü ve yaşayan örneği olan insan olarak varlığıdır. Onun dışındaki bütün şerefler ise, önemsiz ve değersizdir.
** ŞÖHRET SAÇMALIĞI : Bir dudakta dolaşan isimle deniz kumuna yazdığın isim arasında hiçbir fark yoktur. İkincisini ani bir rüzgar siler götürür. Birincisini de insan, aksırıkla yok eder. İnsanların, adını aksırıkla silmelerini istemiyorsan, adını ateşten harflerle onların kalplerinin derinliklerine yazmalısın.
**"sevgiye hesap sormayın! çünkü sevgi, kendinden başkasına hesap vermez. o ne borç verir ne borç alır! ne alır
ne de satar! bunun için ne çoğalır ne de azalır. hep, bugün,yarın ve kıyamete kadar tam olarak kalacaktır. esvgide daha çok ve daha az kavramı yoktur. aklımıza onu tartmak veya karşılaştırmak geldiği an, arkasında sadece acı hatıralar bırakarak kalbinizden çeker gider... keç kere sizi sevgi kördür derken duydum. bununla sevgilide hiç bir kusur görmez demek istiyorsunuz. aslında körlük görme derecelerinin en üstün noktasıdır. keşke hiçbir şeyde ayıp göremeyecek kadar kör olsaydınız! ne zaman sevgi gözlerinizi temizlerse o zaman gördüğünüz her şey sevginize layık olacaktır..."






27 Nisan 2014 Pazar

HİPOKRAT YEMİNİNE SADIK OLAN DOÇ. DR. İLHAN ÖZTEKİN


Hekim Apollon, Asklepius, Higiya, Panacea üzerine ve bütün Tanrı ve Tanrıçaların huzurunda yemin ederim ki, yeteneğim ve gücüm elverdiğince bu and ve sözleri tutacağım:
Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım, ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim, çocuklarına kardeşim gibi bakacağım ve öğrenmek isterlerse bu sanatı ücretsiz öğreteceğim; ilaç reçetelerini, şifahi bilgileri ve diğer bilgileri sadece ve sadece kendi evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekimlik kurallarına uygun sözleşmeyle bağlı ve and içmişlere öğreteceğim.
Yeteneğim ve hakimiyetim ölçüsünde hastalarımın iyiliği için tedaviler önereceğim ve asla kimseye zarar vermeyeceğim.
İsteyen hiç kimseye öldürücü bir eczayı ne vereceğim ne de bunu tavsiye edeceğim; benzer şekilde, bir gebe kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim.
Hayatımın ve sanatımın saflığını koruyacağım.
İç organlarındaki taşı keserek almayı, hastalığı çok açık olan hastalarda bile, işin ehli olan[cerrah]lara bırakacağım.
Hangi eve girersem gireyim, bütün kasıtlı kötülük ve suistimallerden ve özellikle de ister hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan kaçınarak, sadece hastaya yardım için gireceğim.
Gerek sanatımın icrası sırasında gerekse insanlarla gündelik ilişkideyken edindiğim bilgileri ortalığa saçmayacağım, bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım.
Bu yemine sadık kalırsam hayatımı ve mesleki uygulamalarımı insanların tümünden ve her zaman saygı görerek mutlulukla sürdüreyim, ama ona ihanet eder ya da çiğnersem tam tersini yaşayayım
İşte MÖ. yazılmış bu yemin, DOKTORLARIN VİCDANI, AHLAKI.

Bu yazıyı YEMİNİNE SADIK OLAN çok sevgili doktorum Doç. Dr. İlhan Öztekin için yazıyorum.

Doktorum son 5 aydır farklı hastahanelerde  belimdeki fıtık için farklı doktorlardan bulmaya çalıştığım şifayı, Trakya Tıp Fakültesi' nde yaklaşık 1 saat içinde bıçaksız ameliyat olan hipodro dikektomi müdahalesi ile verdi. Bu operasyonda lokal anestezi ile belimdekli fıtığı temizledi. 


Dr. İlhan Bey, tıpkı bilimsel tıbbın babası Hipokrat gibi hastaya bütüncül yaklaşıyor. Amacı, teknolojinin son imkanlarını da seferber ederek  insanları sağlığına kavuşturmak. İnsan sağlığının ruh ve beden bütünlüğü içinde incelenmesi gerektiğini biliyor ve hastalara böyle yaklaşıyor.Ameliyattan sonra bana ilk tavsiyesi ' Uyum içinde, doğru düşünüp doğru yaşayarak sağlığını uzun süre koruyabilirsin.' oldu. Dengede olan insan, ani kızgınlıklar, ani hormon  salgılamaları, ani hareketler yapmaz ve bu dinginlik bütünü olduğu gibi omurgayı da korur.


http://www.edirnetv.com/haber/trakya-da-ilk


Doktorum, Allah ilminizi arttırsın, ellerinizin hüneri hep artsın, ben çok razıyım, Allah' da sizden razı olsun.


26 Nisan 2014 Cumartesi

BENİM DÜNYAM

Hipokrat,  Efesli Heraklitos' tan Herşeyin akış içinde ve sürekli bir dönüşüm halinde olduğunu öğrenmiştir. Bu zamanüstü ve evrensel bilgi, sağlık nedeniyle mecburen evde olduğum birkaç gün içinde biriktirdiklerimin yazılara dönüşümünde ve paylaşımında bana ilham veriyor.  



 


Bu vesile ile Ocak 2014' te vizyona girmiş olan ' Benim Dünyam' ı izledikten sonra bende oluşan dünyayı size anlatmak istiyorum. Dıştan içe doğru ilerlersek, oyunculardan başlayalım. Uğur Yücel' in herzamanki ve Beren Saat' in  gelişen performansı görülmeye değer. Film tarihçesine gelince, ilk kez 2005 yılında  Hint/Amerikan filmi olarak 'Black' ismi ile yayınlanmış. 

Hayatını karanlıkta yaşamaya mahkum sağır ve kör 10 yaşındaki küçük kız, ailesi için başedilmesi imkansız bir hal aldığından akıl hastenesine gönderilmeden önceki son çare olarak idealist bir öğretmene teslim edilir. Öğretmen, aynı durumda olan ablasının bir akıl hastanesinde tükenen ömründen dolayı hayata küsmüştür. Küçük kıza yardım edemezse Onun sonunun da ablası gibi olacağını bildiğinden herşeyini Onun gelişimine vakfeder ve tam 18 yıl birlikte yaşarlar. Küçük kız büyüyüp 28 yaşına geldiğinde, artık kibar bir hanımefendi ve edebiyat fakültesi öğrencisidir. Ancak zaman Öğretmen' e alzheimerı hediye eder. Öğretmen, bu noktada Kızın hayatından ayrılır ve 12 yıl sonra hiçbirşeyi hatırlamadığı halde  Kızın kapısına gelir. İşte o andan itibaren Kız, Öğretmen' e harf harf hayatı hatırlatmaya çalışır.


Bu Film' in bana hatırlattığı 2 mesaj var.

1- İnsan elindekinin kıymetini kaybetmeden bilemez. Hele ki sağlık konusunda. Hayatımızın çoğunu sağlıklı şekilde geçirdiğimiz halde, sağlığımızın bozulduğu her durum bizim için trajediye dönüşür. Oysa imkansız diye birşey yoktur ve aslında iyileşmek için en önemli ihtiyacımız inançtır.

2- Çoğu zaman görmezden gelsek de tüm insanlar dünyaya bizim kadar şanslı gelmiyor ya da şansları ömür boyu yaver gitmiyor. O zaman doğal olarak sahip olduğumuzu sandığımız herşey için daima şükretmeli ve şükrümüzün zekatı olarak imkanları bizden kısıtlı olan herkese karşı duyarlı olmalıyız. 

İnsan olma onuru, paylaştıkça,

duyarlılaştıkça,  evren ile bütünleştikçe artar.




* Hipokrat  (d. MÖ 460İstanköy - ö. MÖ 370Larissa), Kos' da yaşamış Bilimsel Tıbbın babası.
** Efesli Heraklitos (MÖ 535? - 475).Anadolu Efes'de yaşayan Sokrates öncesi (Pre-Socratic) filozof. 



1 Mart 2014 Cumartesi

KOLLEKSİYONCU

Sakladığın sinema  ya da maç biletlerin var mı ?
Kitaplarını hiçkimseye veremiyor musun ?
Anılarına sıkı sıkıya bağlı mısın ?
Sen nerede yaşıyorsun ? Geçmişin tozu içinde mi, şu an da mı ?

KOLLEKSİYONCU musun ?

Bize küçükken kolleksiyonculuğun iyi bir şey olduğu söylendi ama kimse detaylar hakkında bilgi vermedi. Bizde başladık elimizde ne varsa biriktirmeye. Peçeteler, kartpostallar, biletler, mektuplar, anılar, anılar, anılar.
En çok da bize acı veren anıları biriktirdik, çekmecemiz taşsa da tıkabasa doldurarak hiçbirini atmadan biriktirdik ve sakladık.
Oysa geçmiş tozdur. Üflediğin an da gider. Ama doğduğumuzdan bu yana acımız ödüllendirildiği için çekmecemizi boşaltamayız. o çekmece boşalırsa biz rahatlamış, hafiflemiş, coşku dolu oluruz. Mutlu oluruz. Bunu ister miyiz, ister gibi görünürüz ama aslında yürekten istemeyiz. Çünkü biliriz ki biz mutsuz oldukça daima dikkat çeker, şefkat ve sevgi emeriz. Mutsuzluğumuz doğal olarak hücrelerimize yansır ve sık sık hastalanırız. Hastalıkta meşru bir ilgi çekme yöntemidir.

Bunlara ihtiyacımız yok. Biz İNSANIZ. Dağın, taşın kabul etmediği emaneti kabul edeniz. Güçlüyüz.
Mutlu olmayı, ışıldamayı hakediyoruz.

Şimdi başımızı kaldıralım, omurgamızı dimdik yapalım ve yürüyelim. Hayat yolunu mutlulukla yürüyelim... Sık sık dans edelim, gülelim, kahkahalar atalım.

MUTLU OLALIM...