Bu Blogda Ara

30 Aralık 2013 Pazartesi

ALLAME

Hz. Muhammed, ' İdrak anlayışladır.' diyor. Çok şükür, insanın kendisini evrensel yasalara bırakıp  uyum içinde aktığında, nasibine zemin hazırladığını, nasibinin  şans, kısmet, tesadüf gibi çeşitli isimlerle gelip Onu bulduğunu anladık, idrak ettik .

10 gün kadar önce çok sevgili arkadaşlarımdan biri, Uluslararası Necip Mahfuz Ödüllü bir roman hediye etti bana. Roman, Salim Hammish tarafındn yazılmş, İbn-i Haldun' un yaşam hikayesini anlatıyordu, İsmi Allame. Elimde okunmayı bekleyen pek çok kitap olmasına rağmen Arkadaşımın,  ' Bu kitabı mutlaka okumalısın.' cümlesi üzerine, ertesi gün metroda okumaya başladım ve yolda yürürken devam ettim.

Yazar, Giriş Bölümü' nde İbn-i Haldun' u;  ' Ruh ve nefis arasındaki kadim savaşa dair benzersiz deneyimler yaşayan ve çağına göre ileri görüşlü değerlendirmelerinden dolayı insanlık tarihinin devlerinden biri. Hata yapmayan değil, hatalarından en dikkat çekici fikirlerini damıtan bir simyacı, bir dahidir O.' şeklinde tarif ediyor.

Bu iddialı girişten sonra, Allame' nin kendisi ile ilgili eleştirilerinden birinde Hz. Ali' den alıntı yaptığı şu ifade ile kitap içinde sürüklenmeye başladım. ' Bir bilgi duyduğunuz zaman onu taklitçi bir akılla değil, sorgulamacı bir akılla kavrayın. Çünkü ilmin aktaranı çok, kavrayanı azdır.' 

Şimdi gelelim 600 sene önce yaşamış bu tarih uzmanının, sanki bugüne ithafen söylediği çeşitli konular hakkındaki özetlenmiş görüşlerine :

  • Siyaset kötü amaçlar için kullanılıp fitne ve cinayet aracına dönüştüğünde, din alimleri kendilerini bu tür bir siyaset ortamından olabildiğince uzak tutmalıdır.
  • Savaş hiledir.
  • Devlet idaresi ve bürokraside kan bağı ve yakınlık faktörünü öne çıkarmak kusurdur.
  • Dünya bir bahçe, devlet de onun çitidir. Devlet, gücünü bir yasadan alır. Yasaya dayalı devlet gücü, sultan tarafından yönetilir. Sultan, ordunun desteklediği bir çobandır. Ordu ise, parasal desteğini sultandan alan yardımcılardır. Para tebaanın topladığı rızıktır. Tebaa, adalete teslim olmuş Allah kullarıdır. Adaletin herkesçe bilinen bir niteliği vardır,o, dünyanın bel kemiğidir. Dünya bir bahçe, devlet de onun çitidir.
  • İsterse Sultan olsun, hiç kimse beni hakkın gerektirdiği şekilde karar vermekten men edemeyecektir.
  • Namaz yorgun ve hasta ruhlar için ilaçtır. Bu yüzden hızlı ve kısa tutmamak gerekir.
  • Dünya' nın herşeyi gören ve bilen bir idarecisi var.
  • İnsanın hiçbir seçeneği olmadığını düşündüğü hallerde Allah' a dönmesi ona yeter.
Din' in Devlet işlerine alet edilmediği, Allah' a samimiyetle yöneldiğimiz, ibadetin gizlisinin makbul olduğu idraki ile yaşadığımız bir hayat umudu yeşeriyor içimde...

Kimdir İbn-i Haldun ?   http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0bn-i_Haldun






18 Aralık 2013 Çarşamba

BOŞLUK YASASI

Boşluk Yasası, eski olanı hayatınızdan çıkartarak yeni olana yer açmak.


Doğa boşluğa izin vermez. Her nefes verişimizde ölür ve yeniden diriliriz. O yüzden ne kadar derin bir nefes alır ve içimizi boşaltırsak, o kadar dolu bir diriliş yaşarız. Yaşamınızda daha çoğunun  olmasını istiyorsanız, daha çoğunu çıkartmalısınız. İşe yaramayan şeylerden vazgeçtiğinizde, işe yarayacak yeni şeyler gelecektir.

 

Yenisi için hangi eskilerinizden vazgeçebilirsiniz ?

Eski kinleri ve yakınmaları hayatınızdan çıkartın.

Dünya ve üzerindeki herşey ile barışın. Bağışlama, acılı anılara bağlanmış olan çok büyük miktarda enerjiyi serbest bırakır. Bağışlamadığımız herşey, geçemediğimiz bir ders olarak tekrar tekrar yaşanır hayatımızda. Aktörler değişse de olaylar aynıdır. Kinimiz ile bağlandığımız bağışlamayışların tekrar versiyonları yaşanır. Oysa yasa gereği, birşeyleri bağışlarken kendimizi bağışlarız. Bağışlama sayesinde başkalarına duyduğumuz içerlemeden, kendimize karşı duyduğumuz suçluluk duygusundan kurtuluruz. Bağışladıkça, bağışlanır, yüklerinizi atar, rahatlarsınız.

Eski eşyalarınızdan kurtulun.
Eski anılardan kurtulmuş olursunuz.

Saçlarınızdan kurtulun. DNA' nıza yapışmış olan anılardan kurtulursunuz. Bu nedenle Hz. Muhammed (ASM) Hicret dönüşünde saç sakal traşı  olarak savaşın kirinden kurtulmuştur.

İnşaallah bizi Dünya' ya sıkı sıkı bağlayan bağlarımızdan, yüklerimizden kurtulur, hürlüğümüzü hissederiz.

 

Boşluk, hür olmaktır.






22 Kasım 2013 Cuma

YARIM KALMIŞ ŞEYLER İÇİN KÜÇÜKTÜR EVREN

Yarım kalmış şeyler için Evren küçüktür.

Hiçbir şeyin yok olmadığı bu evrende hiçbir yarım öyle sallanmaz boşlukta. Mutlaka diğer yarısını bulur, tamamlanır.
Düşünceler bir an aklından geçer sonra kaybolur, sonra bir gün aniden yeniden aklına geliverir.
Bazen de hatırlamak istersin hatırlayamazsın, uyumak üzereyken zihnini serbest bıraktığında gelir o düşünce seni bulur.
Yarım olan herşey için küçüktür Evren. Tamamlanamayan yarımlar hayatlara sığmazsa dolar taşar Evren bu fazlalıklarla.
Sende yarım kalan, ancak senin hayat döngün içinde tamamlanabilir. Eğer tamamlamadan göçüp gidersen başka aleme, bu boyutta ağırlık kalır eteğinde.
Gideceğin yerde yeteri kadar yükselemezsin.
Yarımlarına dikkat et, yaşam hikayenin sonuna gelmeden eteğinde ki taşları boşalt. Boşalt ki alnının akıyla, özgürce git gidebildiğin yere.

8 Kasım 2013 Cuma

Ateş' in Doğumgünü

Bugün Oğlumun Doğumgünü.


Onu ilk gördüğüm an, aşk filmlerinden bir sahneydi sanki. Ona aşık oldum.
Bilimsel veriler, anne ile bebek arasındaki bu hormonel bağın, emzirme süresince devam ettiğini sonra aşkın yerini sevgiye bıraktığını söylüyorlar. 

Oğlum bugün 11 yaşında ve ben ona hala aşığım :)

Ateş, bu yaz bize Nobel Ödül Töreni' nde kürsüye nasıl davet edileceğini, yapacağı konuşmayı anlatmıştı. Onun hayalinin gerçekleşeceği konusundaki inancının kuvvetinden feyz alarak aşağıdaki çalışmayı hazırladım.


İyi ki doğdun, İyi ki varsın ve bana bir kez daha senin yaşında olmayı deneyimletiyorsun Oğlum.

Seni Çok Seviyorum.








 
 

1 Kasım 2013 Cuma

İLİŞKİ MİMARİSİ



Tüm yaşamımız bir ilişki sarmalı içerisinde geçiyor. İster anne çocuk, ister yönetici çalışan, ister eş, ister arkadaş, ister sevgili, ister müşteri ve şirket olalım, bireysel ya da tüzel kimliğimiz ne olursa olsun daima ilişki, dolayısı ile iletişim içindeyiz. Üstelik her iletişimde ağında farklı rollerimiz var.

İlişkilerimizin mimari yapısına baksak neye benzer ? Spagetti gibi karmakarışık mı , lazanya gibi düzenli  mi ?


 
 
 
 
 
 

 

 

Yapının temel taşlar neler ?  


1.       İnsanları dinlemek,

2.       anlamak,

3.        tercihlerine ve davranışlarına dikkat etmek,

4.       saygı göstermek,

5.       dürüst olmak, verilen sözleri tutarak güven sağlamak,

6.       doğru zamanda doğru hareketleri yapmak,

7.       ezberlediğmiz davranış kalıplarının dışına çıkmak  var.

 

Her insan özeldir ve özel davranılmayı hakeder.  Kişi ancak kendini özel hissettiği, mutlu olduğu ilişkilerde varlığını devam ettirmek ister. Bu tip iletişimler büyür ve gücü artar.

Birkaç örnek olay incelersek ;

Çocuğunuz ile olan ilişkiye bakalım. Çocuğunuz sıcak süt içmeyi sevmiyor diyelim. Ona alternatifler yaratmadan sütü sıcak olarak içmesi için ısrar etmek, kime ne fayda sağlar ?

Hiçbir fayda sağlamadığı gibi aksine pek çok zararı dokunur.

Eşinize sürekli hediyeler alıyorsunuz ama evlilik yıldönümünüzü unutuyorsunuz.

Müşteri şikayetlerine kulağınız tıkalı ama müşteriye yeni kampanya duyurumu yapıyorsunuz.

Bu örnekleri hemen hepimiz çoğaltabiliriz.

İlişki mimarisinde davranışlarımızı, kişiye özel olarak yapılandırarak fayda sağlayabiliriz.

Sağlam temeller üzerine kurduğumuz ilişkiyi, davranışlarımızda tutarlılık sağlayıp süreklilik göstererek, samimiyetle ve üzerine düşünerek yapılandırdığımız takdirde binamız uzun yıllar ayakta kalabilir ve hatta zaman içinde sadakatle kaplanan bu yapı hayranlık uyandıran bir eser  haline gelebilir.

 

 

 

 

 

 

31 Ekim 2013 Perşembe

KARAR NEDİR ?

Her yaşta, her konumda, hayatın her adımında karar vermemiz gerekirken, kararında kararsız kalan pek çok insan görürüz.

Karar nedir ?

Karar genel tanımına göre ; bir iş ya da sorun hakkında düşünülerek  verilen kesin yargıdır.

Bu tanım içinde düşünülerek ifadesi en çok üzerinde durmak istediğim ifade. Karar verirken düşünüyor muyuz ? Bu konuda karakter özelliklerimiz çok önemli. Özellikle aceleci, sonuç odaklı karakter tiplerinde karar bir sürecin sonucu değil, anlık bir tepkinin sonucu olabiliyor. Anlık tepki, üzerine hiç düşünmediğimiz, sonuç seçeneklerini gözden geçirmediğimiz, ezberlediğimiz, öğrendiğimiz otomatik tepkilerdir.

Oysa kararın sonuçlarının kapsamı o kadar geniştir ki, bir tepkiden çok daha fazlasını hakeder.

Nasıl karar veriyoruz ?

1-) Aniden, düşünmeden tepkisel olarak,
2-) Konuyu enine boyuna düşünerek, sonuç seçeneklerini değerlendirerek,
3-) Kendi kendimize,
4-) Güvendiğimiz kişilere sorup, onların yorumları ile,
5-) Kararsız kalıp karar veremiyoruz.

O zaman karar veriş sürecimizi kolaylaştıracak bir yol haritası çizelim.


1- Karar verilecek konuyu net olarak ifade edelim.
2- Bu kararın sonucundan beklentilerimizi belirleyelim.
3- Resmin hem bütününü, hem de detaylarını görelim ve inceleyelim.
4- Seçenekleri karşılaştıralım.
5- Kararı verip harekete geçelim.

Bu konuda Sayın Soyak Holding Kurumsal İletişim Koordinatörü F. Fatma Çelenk' in anlattığı bir hikayeyi paylaşmak istiyorum.

Bir kurbağa ailesi çamurda yaşamaktan vazgeçip kendilerine yeni bir yuva bulmak amacıyla yola çıkmışlar. Az gitmişler, uz gitmişler, dereler, tepeler aştıktan sonra ilerde tam hayal ettikleri gibi bir yer görmüşler. O yer ile aralarında sadece bir köprü varmış. Köprüden karşıya kaç kurbağa geçmiş ?

İlk cevabınız nedir ?



Cevap sıfır.

Karşıya hiç kurbağa geçmemiş çünkü bazen karar vermek kolay görünür ama harekete geçmek, kararı vermek kadar kolay olmayabilir.

Hepimize kararlarımızda kararlı olduğumuz, sonuçlarının sorumluluğunu aldığımız, kendimiz ve tüm insanlık için en hayırlı seçimleri yaptığımız bir hayat diliyorum.




PARFÜM ZAMANI

Bildiğimiz zaman, sn., dk., saat vs. ile  ifade ediliyor. Peki ya yaşam zamanı ?

Diyelim ki; sevgiliniz size bir parfüm hediye etti. Parfüm bitene kadar hayatınızda neler değişti ?

İlk soru, parfümü alan sevgiliniz, hala sevgiliniz mi ?

O zaman bir parfüm kullanım süresi de bizim için bir zaman ifadesi olabilir mi ?

Bir parfüm kullanım süresinden daha uzun süreli ilişkiler dilerim hepimize.

18 Ekim 2013 Cuma

AŞKTAN SONRA_4

Sevginin amacı, istediğimizi elde etmek değil, sevdiğimiz kişiyi mutlu etmektir.

Hangimiz gerçekten sevmeyi biliyoruz ? Onu mutlu etme çabamızın arkasında ne var ?

Sevgi Dillerinden biri ; onaylayıcı kelimelerdir.


Bazı konularda cesaretimiz toplayamadığımız zamanlar olur. Bu tip durumlarda Hayat Arkadaşımızın bizi desteklemesi, cesaretlendirmesi, bize güvenmesi ve kendimize güvenmemiz için elinden geleni yapması, bize sevildiğimizi hissettirir. Burada kullandığı onaylayıcı kelimeler, sevgi kelimeleri olarak dokunur kalbimize.

Kaç kere eşinizin, sevgilinizin gözünün içine bakarak, onu teşvik edici bir kelime söylediniz ? Onun
için hayatta neyin önemli olduğunu biliyor musunuz ? Peki, Onu bu konuda destekliyor musunuz ?

Örnek vermek gerekirse,

.... Bu işi harika yapıyorsun. Seninle gurur duyuyorum.
.... Yaptığın her işte başarılısın. Bir kere hedefe kilitlendin mi, onu mutlaka başarırsın. Bunu da mükemmel yapacağına eminim.
.... Hata yapmak için kendine müsaade et. Sen dene, sonuç başarısız olursa birlikte üstesinden gelebiliriz.

Ondan bir talebiniz olduğunda dolaylı, iğneleyici sözlerle değil, teşvik edici sözlerle isteyin.

--- Sevgilisi harika yemek yapıyor. yerine, --- Aşkım benim için bu akşam yemek yapabilir misin ? gibi.


Eğer eşinizin/sevgilinizin baskın sevgi dili, onaylayıcı kelimeler ise; işe 1 hafta boyunca hergün bu tip cümleler kurarak başlayın. Sonuçları gördükçe iletişiminiz güçlenecek.



AŞKTAN SONRA_3


Tutkunun kokusu her yanı sarmışken yaptığımız iyilikler, cömertlikler, asil hareketler önemli değildir. Bunları içimize işleyen aşkın zorlamasıyla güdüsel olarak yaparız. Ama hür irademizin geçerli olduğu gerçek dünyaya döndüğümüzde, yine aynı davranış tarzını seçiyorsak işte bu önemlidir. Bu seçimimiz sonrasında eşimiz / sevgilimiz tarafından takdir görüyorsak, sevgisini, şefkatini ve kabulünü hissediyorsak o zaman aramızda sağlıklı bir iletişim olduğunu söyleyebiliriz.
 
Eşimiz tarafından onaylanmak, kabul edilmek, onun varlığından emin olmak kendimizi güvende hissetmemizi sağlar.
 
İlişkisini bu düzleme getirmiş olan bir çift aşıkken hissettiği Cennet' te olma hissini devam ettirir ve asla Cennet' ten aşağı o sert düşüşü hissetmez. Bu seçtiği mantıklı, iradeli sevginin en büyük mükafatıdır.

 Kaynak : Beş Sevgi Dili / Gary Chapman

17 Ekim 2013 Perşembe

AŞKTAN SONRA_2

Yine incelememize çocukluğumuzdan başlarsak; bir çocuk şefkat ihtiyacı karşılanarak büyütüldüğünde, yaşının gereğini yerine getiren, sorumluluk sahibi, bilinçli  bir yetişkin haline gelir. Yani böyle bir yetişkin, 45 yaşına gelmiş ve kendimi henüz 18 yaşında hissediyorum demez. Çünkü bu söylem 18 yaşının enerjisi damarlarımda dolaşıyordan ziyade, kendimi o yaştaki gibi tüm sorumluluklarımdan hür ve azade hissediyorum demektir. Böyle bir kişi ne eşini, sevgilisini tatmin edebilir ne de varsa çocukları ile sağlıklı bir ilişki kurabilir. Çünkü sahip olduğumuz roller, barındırdıkları sorumluluk duygusu ile bir başkasının güven ihtiyacını karşılamaktadır.

Burada bahsedeceğimiz sağlıklı yetişkinler, yakınlık ve sevgi ihtiyaçlarını sağlıklı yollardan karşılamak için evlenirler. Bu kurumun tasarlanış ve insan varlığının başından beri, insanın çift olarak yaşamasının kurgulanmış olmasının sebebi budur.
 
İnsanlar sevip sevildiklerinde, sevgi depoları dolmuş olduğunda farklı hisseder, farklı davranırlar. bu durumda hem kendilerine, hem çevrelerine yararlı birer birey olurlar.
 
Aşıkken, sevgi depomuzun dolduğunu sanarak;  bilinçsizce yaptığımız ama  irademizin dışında hareket ettiğimizi anlayamayıp, gönüllü olarak yaptığımızı sandığımız fedakarlıklar, eşimizi mutlu etme konusundaki takıntılı halimiz, yaşadığımız o yakınlık duygusu, ihtiyaçlarımızın karşılanması hali bir süre sonra sona erer.
 
Aşkın başlangıcında, kadınlar çiftleşme ve türlerinin devamını sürdürmek için bu harika durumu, evlenerek garanti altına almak isterler. Kendini kadının mutluluğuna adamış olan erkeğe de bu istek mantıklı gelir. Böylece aşkı gerçek sevgi sanan çift evlenir.
 
 
Ancak Aşkın başlangıcından bir kaç sene sonra, hayatın gerçekleri ile yüzleşip, kendimizi hayatın odak noktasına koyduğumuz doğal akış yeniden akmaya başladığında, ayaklarımız hızla yere çarpar.  Çarpmanın şiddeti ile  en temel ihtiyacımızın aşk değil, birlikte olduğumuz insan tarafından gerçekten sevilip Onu sevmek olduğunu, bunu tüm hür irademiz ile yapmak istediğimizi keşfederiz.

Sevgi depomuzu, severek doldurmanın hazzını yaşarız.

Tabi bunu, aşk sonrası kalan sevgi tortusunun içinden,  eşimizin sevgi dilini öğrenerek, keşfederek yapabiliriz.
 
 
 Kaynak : Beş Sevgi Dili / Gary Chapman

AŞKTAN SONRA_1

' Aşkın heyecan verici günleri bittiğinde geriye kalan tortuda sevgi varsa; sonsuza kadar mutlu mutlu yaşar, gökten düşen üç elmayı torunlarımıza dağıtırız. ' demek isterdim ama yaşadığımız ilişkiler, aşkın heyecanı bittiğinde peri masalından  uyanıp ben bu ilişkiyi nasıl yaşamışım dediğimiz bir  hal alıyor.
 

Bunca aşkın sonunun  benzer şekilde hüsran ile sonuçlanması, bir tesadüf mü, yoksa mutlak kader mi ?

 
Bu sorulara net cevabı olan kaç kişi ve bu kişilerin kaçının mutlu, sağlıklı bir ilişkisi var ?
 
Umarım bu soruya ' evet ' diyenlerin sayısı fazladır.  Cevabı ' hayır ' olanlara birkaç bakış açısı oluşturmayı deneyelim.
 
Öncelikle temele, çocukluğumuza dönelim. Çocukluğunda ebeveynleri ve yaşıtları tarafından sevilip kabullenildiğini hisseden çocukların sevgi dilleri ile bunun tam tersini yaşayan çocukların sevgi dilleri farklıdır. İlk grubun sevgi dili daha anlaşılır iken; ikinci grubun sevgi dili daha üstü kapalı, kelime haznesi daha dar olabilir.

 

Sevgi dili nedir ?

 
Sevgi dili, her kişinin sevgisini ifade etme ve sevildiğini anlama şeklidir.
 
Kimisi, hediye vererek sevdiğini anlatır, kimisi fedakarlık ederek, kimisi söyleyerek vs.
 
Bu dil,  bir ilişkide doğru anlaşıldı ve tatmin edildi ise; her iki kişinin de sevgi depoları dolduğundan gerçek mutluluğu yaşarlar. 
 
Ancak, kişiler birbirlerinin dillerini anlayamazlar, farklı dillerde konuşurlar ise; sevgilileri, eşleri için ne yaparlarsa yapsınlar karşılığını bulamaz, anlaşılamazlar. Bu durumu yaşayan kişiler, şaşırır, sürekli hayal kırıklığı yaşar, içinde oldukları ilişkiden şikayet eder ve kendilerine tatmin olacakları farklı çözümler üretmeye çalışırlar ya da psikosomatik hastalıklar ile sessiz çığlıklar atarlar.
 
Buna bir başka deyişle, eşlerden biri Türkçe, diğeri İspanyolca konuşuyor ve anlaşmaları bekleniyor diyebiliriz.
 
Eşler, ortak sevgi dillerini bularak birbirlerinin sevgi depolarını doldurarak amaçlarına ulaşırlar. Çünkü bizim hayatta ana amacımız;  sevmek ve sevilmektir.  
 
Sevgi dillerini sonraki yazılarımızda inceliyor olacağız.
 
Kaynak : Beş Sevgi Dili / Gary Chapman
 
 
 

10 Ekim 2013 Perşembe

ALMA VERME DENGESİ

Reiki' ye uyumlamdığım zaman bu yöntemin, evrenin enerjisini insanlara aktarabilmek için bir araç olmayı kabul etmek olduğunu anladım. Gönüllü olarak araç olmayı kabul ettiğim bu öğretinin  kilit noktalarından biri, yapılan her çalışma sonrasında enerji aktardığınız kişinin size herhangi bir ödeme yapması gerekliliği. Bu ödeme, bir bardak sudan, hediyeye, çiçeğe, öpücüğe, duaya, paraya kadar herşey olabilir. Ancak sadece Allah' a mahsus olan vermeden almanın  kuralına uyarak Evren' in alma verme  dengesini bozmamamız gerekiyor.
Bu bilgiden yola çıkarak izlediğim hayatlarda gördüğüm bir alışveriş dengesizliğini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Diyelim ki ; bir aşk ilişkisi : Erkek ya da kadın,  biri ilk günlerde aşkın şiddeti ile odak noktasına diğerini koyar. Öncelikle Onu mutlu etmek, kendine hayran etmek vs. için diğerine verir de verir. Elinde ne varsa cömertçe sunar, fedakarlıklar yapar. Bu esnada bilmeden diğerini kendine borçlandırıyordur. Ve her kredidötür gibi iyi bir muhasebe sistemi çalıştırır. Bir süre verdikten sonra bir gün diğerinden bir şey ister/ bekler. Verdiğinin karşılığı olacak bir şey. Bir davranış, duygu  vs. Ama alan taraf, talepte bulunmadan kendine sunulan cömertliği doğal karşılamış, kendini borçlandırmamıştır.  Verenin ne beklediğini de bu yüzden anlayamaz.
Böylece alan ile veren arasında bir uyumsuzluk olur. Veren,  hırslanmaya ve haksızlığa uğradığını hissetmeye başlar. Alan ise; o kadar borçlanmıştır ki, bir kaç küçük hareket bile yapsa yeterli olmaz.
Bu durumu yaşamamanın bir kaç yolu var.
  1. Veren, verdiği şeyi kendisi için verecek. Kendi mutluluğu, kendi tatmini için. Kendisi için yaptığı hareketin sorumluluğunu alacak ve bunun için alanı borçlandırmayacak.
  2. Veren, alana bunu Onun için yaptığını, aralarında şu an da bir alacak verecek ilişkisi olduğunu açıkça ifade edecek.  Ve bir hesap kapanmadan, ikinci hesabı açmayacak ki alanın üzerinde fazla yük birikmesin.
Örneğin bir anne çocuk ilişkisi. Anne yaptığı herşeyi çocuğu için yaptığını düşünerek çocuğu borçlandırır. Oysa anne olmanın muhteşem hazzı için bunları yaptığını ve o sırada yaşadığı tatmini düşünerek kendi ile yüzleşmeli, çocuğun üzerinde yük yaratmamalıdır.
 Alma verme verme dengesinin eşit olduğu, sorumluluğumuzu kabul ettiğimiz ilişkiler yaşayalım.

9 Ekim 2013 Çarşamba

İNSAN VE ŞİRKET


Bugün Harvard Business Review’ da okuduğum bir makalenin bende yarattığı esintiyi paylaşmak istiyorum.

Beni etkileyen cümle dizisi  Bir şirket kendisini sadece para kazanan bir makine olarak değil de, insanlığa değer katıp onu ileriye götürecek bir oluşum olarak görürse, kendisini her şeyin en iyisini yapmaya şartlar.

Bu sayede de farklı dallarda yaptıkları birbirini besler. En iyi ürünü geliştirmek için en iyi ekipleri kurar, en ciddi AR-GE yatırımlarını yapar. Bunlarla beraber mutfakta pişen o harika yemeği hak ettiği şekilde satabilmek ve kitlelerle buluşturmak için de en iyi pazarlamayı yapar.’ Şeklindeydi.

Buradan yola çıkarak bir şirketi, bir insan kimliği gibi ele alırsak; bir insan kendisini sadece hayatı tüketen biri olarak değil de, zamanın başından beri anlatılmaya çalışıldığı gibi kamil insan olma mertebesine getirecek şekilde insani değerlerine değer katıp, kendisini ileriye götürecek bir oluşum gösterirse, herşeyin en ahlaklısını yapan insanlığın fevkinde bir insan olur.

Kendine faydalı olan, insanlığın anlamını layıkıyla yaşayan insan çevresine de yararlı olur. İlişkide olduğu insanları etkiler, destekler. Onların başarıları için yatırımlar yapar, kendi mutluluğunun çevresinin gelişimi ile destekler. Böyle bir insanın iş hayatı da, aşk hayatı da, ebeveynliği de ve olduğu tüm sosyal statüler de ışıldar, parlar.

 


Kendini seven, ahlaklı insanlığı ile gurur duyan insanın tam ve bütün hali o kadar etkileyicidir ki, O hiç çaba sarfetmeden çevresinde daima insanlar olur ve bu insanlar sadakatle Ona bağlanır.

Çok basit bir anlatımla;  toplumları yaratan bireyler, yaralarını sarıp kendilerine kamil insan olma hedefi koydukça Dünya güzelleşir.

 

 
http://www.hbrturkiye.com/blog/pazarlama/kimin-hayali

6 Ekim 2013 Pazar

SAĞLIK

Dünya Sağlık Örgütü' nün ( WHO ) tanımına göre SAĞLIK; sadece hastalık ya da sakatlık sahibi olmamak değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir.

 

Kaç kişi kendini sağlıklı olarak nitelendirebilir.

 
İş Gücü kaybı ile ilgili yapılan çalışmalarda; kadınlarda erkeklere göre daha fazla olmakla birlikte her iki grupta da ruhsal hastalıklar, fiziksel hastalıklara göre daha fazla iş gücü kaybına sebep oluyor.
 
Öyleyse bir de Dünya Sağlık Örgütü' nün RUHSAL SAĞLIK tanımına bakalım. RUHSAL SAĞLIK; kişilerin kendilerini ve yeteneklerini gerçekleştirdikleri, hayatın normal stresleriyle başedebildikleri verimli ve sonuçları yararlı olacak şekilde çalıştıkları ve toplumlarıyla katkılı bir birliktelik içinde olabildikleri durumdur.
 
Tanımlamayı gözönüne aldığımızda ülkemizde yaşanan trafik kazalarının sayısı bile Ruhsal Sağlığımızın durumu hakkında bize somut fikirler verebilir.  
 
Sonuç olarak, farkındalığımızı arttırarak, içinde bulunup bize zarar verdiğini düşündüğümüz ortamlardan/kişilerden uzaklaşarak ya da eğer o an için uzaklaşamıyorsak derin nefes alıp sakinleşip odağımızı değiştirirsek  sağlığımıza yatırım yapabiliriz.
 
 
 

2 Ekim 2013 Çarşamba

SADAKATTE MIKNATIS ETKİSİ

Metallerin mıknatısa yapışması, metallerin isteğine değil, mıknatısın çekici gücüne bağlıdır.

 
 Duygusal öğeler de  aynı mıknatısta olduğu gibi, müşterilerin farkına varmadan bir işletmeye ya da ürünlerine bağlanmalarını sağlamaktadır. Müşteri sadakatinin oluşturulması için çeşitli öğeler ile müşterilerin duyuları etki altında bırakılmaktadır.
Bireylerin duyularının müşteri sadakatine olası etkileri üzerine yapılmış  bir çalışmada su sonuçlar ortaya çıkmıştır. (Tanlasa, 2005):
- Birbiriyle özdeş iki Nike spor ayakkabısı, iki farklı odada test
edilmiştir. Bir odanın içine özel bir koku verilmiş, diğerine ise
herhangi bir koku verilmemiştir. İstatistiksel anlamlı bir farkla,
tüketiciler koku verilen odadaki ürünü diğerine göre daha fazla
tercih etmiş, hatta o ayakkabı için daha fazla bedel
ödeyebileceklerini bildirmişlerdir.
 
 
- 1990'lı yılların sonunda Singapur Havayolları, Stefan Florida
Waters adlı bir kokuyu uçaklara, kabin görevlilerinin üzerine ve
 

kalkıştan önce verilen sıcak havlulara sıkmıştır. Zamanla uçağa
binen tüm yolcular, bu kokuyu tanıdıklarını belirtmişlerdir. Hoş ve
rahat anıları çağrıştırma potansiyeli olan bu koku, Singapur
Havayollarının markasını yansıtmıştır.
- Yapılan bir başka araştırmaya göre, Amerikalıların % 86'sı,
 
 
Avrupalıların % 69'u, yeni araba kokusunu çekici bulduklarını
 

belirtmişlerdir. Aslında bu koku, fabrikadan çıkan tüm araçlara
 
 
sıkılan ve altı hafta boyunca etkili olan bir spreyden
kaynaklanmaktadır.
 

- Barclay's Bank, şubelerinde taze kahve servisi yaparak, koku ile
müşterilerinin kendilerini evlerindeymiş gibi hissetmesini sağlamaya
çalışmıştır.
- Kellog's, gevreklerinin yerken çıkardığı çıtırtı seslerini geliştirmek
için Danimarka'daki bir laboratuarda özel testler yaptırmıştır.
- İnsanların % 85'i, arabaların kapı kapanış sesleri arasında fark
olduğunu söylemişlerdir. Mercedes-Benz'de sadece kapı kapanış sesi
ile ilgilenen 12 mühendis çalışmaktadır.
 
 
- Nokia telefonlarının her modeline, klasik Nokia melodisi mutlaka
yüklenmektedir. Çünkü tüketicilerin % 60 'ı iki cep telefonunu
 

birbirinden ayıran temel özelliğin, telefonun görünüşü ya da teknik
özellikleri değil, nasıl çaldığı olduğunu belirtmişlerdir.
 
Kaynak : Müberra Yurdakul

Ho'oponopono Yöntemi


 
Siz Hiç Kendinize Seni Seviyorum Dediniz mi ?
Siz Hiç Kendinizden Özür Dilediniz mi ?
Siz Hiç Kendinize Lütfen Beni Affet Dediniz mi ?
Siz Hiç Kendinize Teşekkür Ettiniz mi ?


Hawai’ de Dr.Ihaleakala Hew Len tarafından geliştirilen Ho'oponopono yöntemi Joe Vitale Zero Limit kitabında anlatıyor. Bende bu konuda çeşitli çalışmalara katıldım. Burada deneyimlerimi ve kitaptaki bilgileri paylaşmak istiyorum. Bu yöntemin temelinde; yukarıda sorulan sorulardaki kalıpları şu an sorun olarak algıladığımız, hesabın açık olduğunu düşündüğümüz her duruma, her ilişkiye uyarlamak var.

İşe önce hayatımızın sorumluluğunu almakla  başlayalım. Bu öğretiye göre; hayatında gördüğün, işittiğin, tattığın, dokunduğun ya da herhangi bir şekilde deneyimlediğin her şey senin sorumluluğun altındadır. 

"İçine baktığında, bunu sevgiyle yap." Kendini kabul et ve sev.


Severek, özür dileyerek, af dileyerek ve teşekkür ederek kendimizi arındırıyoruz. Biz arınınca olumsuz olarak algıladığımız olay, kişi de arınıyor. Çünkü  hepimiz sıkıştırılmış enerji frekanslarından oluştuğumuza göre bizim yaydığımız frekans olumlu olduğunda bize gelen frekansta olumlu olacaktır. Özetle kendimizi değiştirerek Dünya’ mızı değiştirebiliriz. Temel ihtiyacımız sevgi ise, severek sevgi çekeriz.
Her Olaya ve Kişiye Uygulanabilecek Olan Kalıp Cümleler

seni seviyorum
özür dilerim
lütfen beni affet
teşekkür ederim

Çünkü hepsi senin hayatında olmaktadır. Terör eylemleri, ülke yöneticileri, ülkenin mali durumu ve hoşuna gitmeyen diğer şeyler, hepsi şifalanmak üzere sana geliyorlar. Onlar aslında yoklar… Onlar sadece iç dünyanın birer yansıması…
Sorun onlarda değil, sende. Onları değiştirmek istiyorsan, kendini değiştirmelisin.
Bilincim,  bu cümleyi duyduğunda bunun gerçek olamayacağını. Bir fantezi olduğunu. Bunca fiziksel olayın nasıl olup da kendi sorumluluğunda olabileceğini sordu.
Kitabı okudukça bu soruların yanıtları gelmeye başladı ama bilincime rağmen okumaya devam etmek çok zordu. Kitabı okuduktan sonra katıldığım uygulamalı çalışmada teslime razı olmak daha kolay oldu.
"Sadece, tekrar ve tekrar 'özür dilerim' ve 'seni seviyorum' dedim," dedi.
Hepsi Bu kadar.

Çünkü; kendini sevmek kendini geliştirmenin en önemli yoludur ve kendini geliştirdikçe dünyan gelişir.
İçimden "Özür dilerim" ve "Seni seviyorum," dedim. Bu dediklerimi özellikle bir kişiye yönelik söylemedim. Sadece, dış koşulları yaratan içimdeki parçamı iyileştirmesi için, sevginin ruhunu yardıma çağırdım. "Seni seviyorum" diyerek içimdeki, olumsuzlukları  yaratan parçamı iyileştirdim.
Yöntem, Dış dünya diye bir şey olmadığını, tek gerçeğin İç Dünya olduğunu anlatmaya çalışıyor.  
Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için.
Yaratıcı olan İç Dünya’ nı sev ki; O da senin için güzellikler yaratsın.
Teslim ol. Herşeyi kontrol altında tutamayacağını kabul et.
Yoluna her ne çıkarsa onu iyileştirebilirsin.
Yaşamında önüne çıkan her şey, oraya nasıl geldiğine bakmaksızın, iyileştirmek içindir. Buradaki varsayım, eğer onu hissedebiliyorsan, onu iyileştirebilirsin. Eğer onu bir başkasında görebiliyorsan ve bu seni rahatsız ediyorsa, o zaman iyileştirmek için oradadır demektir. Ya da Oprah'ın söylemiş olduğu gibi, "Eğer onu fark edebiliyorsanız, ona sahipsinizdir." Onun neden hayatında olduğuna ya da oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikrin olmayabilir, ama artık farkında olduğuna göre, onu serbest bırakabilirsin. Karşılaştığın şeyleri ne kadar iyileştirirsen, tercih ettiklerini ifade etmede o kadar net olursun, böylece başka şeyleri kullanmak için gereken enerjiyi serbest bırakmış olursun.
Tüm deneyimlerinizden %100 sorumlusunuz.
Hayatında başına gelenler senin suçun değildir, ama senin sorumluluğunuzdadır. Kişisel sorumluluk kavramı söylediğin, yaptığın ya da düşündüğünün ötesindedir. Hayatında yer alan diğer herkesin dediklerini, yaptıklarını ve düşündüklerini de içerir. Yaşamında meydana gelen her şeyin sorumluluğunu tamamen alırsan, o zaman herhangi bir kişi bir sorunu su yüzüne çıkardığında, o senin de sorunun olur. Bu üçüncü ilkeye bağlanır, yani yoluna çıkan her şeyi iyileştirebilirsin. Kısacası, şu anki gerçeğin için hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi suçlayamazsın. Tüm yapabileceğin onun sorumluluğunu almak, yani onu kabul etmek, ona sahip çıkmak ve onu sevmektir. Karşılaştığın şeyleri ne kadar çok iyileştirirsen kaynak ile o kadar uyumlu olursun.
Yaradan’ a "seni seviyorum" cümlesini söylemek, mutlak şifadır.
Seni her şeyin ötesindeki huzura, iyileştirmeden ifade etmeye götürecek bilet sadece "seni seviyorum" cümlesidir. Bu cümleyi Yaradan’ a söylemek içindeki her şeyi temizler ve böylece şu anın mucizesini yaşayabilirsin: sıfır limiti. Amaç her şeyi sevmek. Fazla kiloyu, bağımlılığı, sorunlu çocuğu ya da konuyu, eşi sevin; hepsini sev. Sevgi sıkışıp kalmış enerjiyi değiştirir ve serbest bırakır.
İlham niyetten daha önemlidir.
Niyet zihnin oyuncağıdır; esinlenme Yaradan'dan bir bildirimdir. Bir an gelir, yalvarmak ve beklemek yerine teslim eder ve dinlemeye başlarsın. Niyet egonun sınırlı görüşünü temel alarak hayatı kontrol etmeye çalışmaktır; esinlenme ise Yaradan'dan gelen mesajı almak ve buna göre hareket etmektir. Niyetler işe yarar ve sonuç verir; esinlenme ise işe yarar ve mucizeler getirir. Hangisini tercih edersin ?

     Kaynak : Zero Limit - Joe Vitale, Dr.Ihaleakala Hew Len





1 Ekim 2013 Salı

DEĞER EKONOMİSİ

Bugün vizyoner şirketlerin ortak hedefi; itibarlı şekilde karlılıklarını üst seviyede tutmak.
 
Bu hedefe ulaşmak için şirketler, dijital mecra yönetimini öncelik sırasında ilk sıraya aldılar.
 
Çünkü bu mecranın temelini, baskı rejimine alışmışken aniden seslerini serbestçe duyuracakları bir platform bulmanın heyecanıyla kanları kaynayan insanlar oluşturuyor. Bu insanlar sosyo-ekonomik konjüktürleri ne olursa olsun mutlaka birer müşteri, birer tüketici.
 
Tabi her topluluğun olduğu gibi, dijital mecrada kendi kahramanlarını yaratıyor. Ama bu topluluk kahramanlarının,  klasik kahramanlardan ayrımlaşan yönü, klavyenin başına oturan pek çok kişinin o andan itibaren kendini klavye şövalyesi olarak hissediyor olması. Dolayısı ile her yer eli kılıçlı şövalyelerle dolu.
 

Peki nedir şövalyeliğin kuralları?

 
Şövalyeliğin 10 kuralı :
     
  1. Kutsal saydığı değerleri ölümü pahasına korumak.
  2. Savunmasız ve acizleri korurken onlara saygı göstermek.
  3. Ülkesini sevmek.
  4. Düşmandan önce savaş meydanından geri çekilmemek.
  5. Tek bir kadına karşı aşk beslemek, ona bağlı olmak.
  6. Kötülüklerin ve acımasızlığın karşısında durmak.
  7. İnandığı değerlerle çatışmadığı sürece, emri altında olduğu amirlerinin tüm emirlerine uymak.
  8. Sözüne sadık olmak, onurunu küçük düşürecek davranışlardan uzak durmak.
  9. Cömert olmak, kendisine gösterilen iyiliği asla unutmamak.
  10. Her durumda doğruluğun ve iyiliğin temsilcisi olmak.

 

Klavye Şövalyeliğinin Kuralları Nelerdir ?

 
Tek  kural; kuralsızlık.
 
 
Bu şövalyelerin eline kılıç  veriliyor ve kuralsızca savaşmaları destekleniyor. Çünkü onlar savaştıkça bu savaşta bir mutlak kazanan oluyor. O da , Şövalye' nin savaştığı platformun patronu/ sahibi. 
 
Örneğin şikayet siteleri. İsmini burada zikretmesede hemen herkesin aklına gelen popüler siteler var. Bu siteler, insanların klavye şövalyesi olma dürtülerinin desteklenmesi ile bir değersizlik ekonomisi yaratmaya çalışıyor  ve eleştiriden şikayete giden yazıların sınırsızca yayınlanmasını sağlıyor. Şikayet yayınları arttıkça sosyal kamuoyu sayesinde ilgili marka üzerinde bir baskı oluşuyor. Burada marka, çeşitli yönetim stratejileri ile şikayeti yönetebilir ya da yönetemeyebilir. Burada özne marka değil. Özne, ilgili platform. Çünkü mutlak kazanan O.
 
Kaybeden ise; olayların övgüsel, teşekkür yaratan açılarını görmezden gelme alışkanlığı kazanmış, şikayet etmeyi alışkanlık haline getirmiş  insan topluluğu ve eğer şikayeti doğru yönetemez ise firma, o firmada çalışan insanlar oluyor.
 
Kazanan ise; değer yönetimine verilen önemi manipüle ederek karlarını arttıran  şikayet medyasının patronları...
 
Her şikayet bir armağandır, sadık müşteri nasıl yaratılır konulu diğer yazılarımla bu konuyu irdelemeye devam edeceğim.